İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ERDAL ARSLAN İLE HİÇ’İNCİ YOKUL ŞAHSIN HİKÂYESİ ÜZERİNE

Kastamonulu sanatçıları sanatseverlerle buluşturmak için çıktığım yolculukta ilk durağım: Erdal Arslan; tarih, hikâye, deneme yazarı. Kendisiyle son kitabı “c” vasıtasıyla konuştuk. Samimiyeti için şimdiden teşekkür ediyorum.

Kitabınızda “Neden yazıyorsunuz?” sorusuna “Yaz, dedi kaderimiz.” cevabını vermişsiniz. Bu cevaba ekleyecek bir şeyleriniz var mı?

Yazmak; benim için nefes almak, uyumak, yemek, içmek gibi hayatın devamını sağlayan zaruri ihtiyaçlardan birisi. Yazmazsam bir yanımın eksik kaldığını hissediyorum, bir sorumluluğu yerine getirmemiş suçluluğuna bürünüyorum ve sanki dünyayı benim yazdıklarım kurtaracakmış gibi saçma, ütopik bir sorumluluğun omuzlarımdan bacaklarıma indirdiği bir yükü kalemle hafifletmeye çalışıyorum.

            Kendini affetmek başkalarını affetmenin temeli olabilir mi?           

Kesinlikle… İnsanın tüm kızgınlığı, nefreti, kini, hasedi aslında kendine karşı acımasızlığından kaynaklanır bence. Kendini affedemeyen başkasını da affedemez. Ve şu var; herkesi affetmek de sürekli affetme de yanlış! Hiç’inci Yokul Şahsın Hikâyesi kitabının hikâyelerinden birisi de affetmek ile ilgili ve tanıtım metni olarak belirledi yayınevi bu yazının bir bölümünü. En güzel yazı olduğundan değil, en hassas noktamıza dem vurduğundan sanırım.  

            Kastamonu’da açılan ilk Yazarlık Atölyesi’nin öncüsü ve eğitmeni olarak genç yazarlara öğütleriniz nelerdir?           

2019 yılının Şubat ayında 64 saatlik Yazarlık Atölyesi kursu açarak Kastamonu’da bir ilke imza attık Allah’ın izniyle. İlk kursumuzun belge törenini Yazar Mehmet Ali Bulut ile yaptık. Ardından 2019 yılının Ekim ayında ikinci kez açıldı Yazarlık Atölyesi. Ve 24 Aralık 2019 günü, “Akifçe Şiir Şöleni” ile muhteşem bir belge törenine imza attı genç yazarlarım. Kursa ilk geldiği gün, kürsü önünde bir dakika dahi konuşamayanlar kursun son günü tüyleri diken diken eden, yürekleri şaha kaldıran Akif şiirleri ile izleyicileri coşturan, ağlatan hatiplere döndüler. Kastamonu Gençlik ve Spor İl Müdürümüz Reşat Asrak’ın Yazarlık Atölyesi’nin açılmasında ve genç yazarlarımıza hizmet verme noktasında emeğini, desteğini ve katkısını burada belirtmezsem haksızlık etmiş olurum.

Genç yazarlarımıza en önemli tavsiyem; yazmak eylemini sürekli ve disiplinli bir kimliğe büründürmeleri ve bol bol okumaları olur. Günümüzde kaybettiğimiz en önemli hasletlerden birisi emek… Hiç yorulmadan, terlemeden, çaba sarf etmeden hayallerimize kavuşmayı arzuluyoruz. Yazarlık hususu da öyle. Kalemi kâğıda götürüp karaladığımızda istiyoruz ki dünyanın en güzel romanına imza atalım, en güzel şiirini yazalım. Ama kaç romanı devirdiğimizi, kaç şiiri yudumladığımızı, kaç yazarın hayatını hayatımızın bir parçası yaptığımızı kendimize sormuyoruz! Sorsak da cevabı suskunluk oluyor genellikle. Evinde bir elin parmaklarını geçmeyen kitap olan kişi yazar olamaz! Yüreğinde bir düzineden fazla şiirin depreşmediği kişi şair olamaz! Yazarlık Atölyesi’nin ilk dersi …. (Erdal Arslan’ın sırrıdır, kursiyer geldiğinde görür ilk dersi J ). İkinci dersi ise Yazarlığın Püf Noktaları başlığını taşır ve 21 maddeyi içerir. İşte bu 21 maddeyi kurs boyunca genç yazarlarıma yudum yudum içiririm şurup misali.

En çok tekrarladığım tavsiye, ödev, uygulama ise Yazmak ve Okumak…

            Kitabınızda hayatın geçiciliği üzerine cümleler yoğunlukta… Eserleriniz fani dünyaya bir iz bırakma çabası olarak da yorumlanabilir mi?

            Dünya bir misafirhane, bizler ise bu misafirhanede belli olmayan bir süre konaklayan yolcularız. Fakat sanki hiç ölmeyecek, hiç hesaba çekilmeyecek, hiç yaptıklarımızın karşılığını görmeyecek gibi yaşıyoruz… Ve yazıyoruz!

Şu fani dünyada en uzun ömürlümüz bir buçuk asrı deviremiyor, ortalamaya baktığımızda da 70 – 80 yıllık bir misafirlik var. İnsan doğduğu andan itibaren ölüme adım atmaya başlıyor, farkında mıyız?

Ben de hem ölmeden ölmek hem de öldükten sonra dirilmek ve ölümle yaşar hale gelmek sevdasını verdim kalemin mürekkebine, defterin beyazına, klavyenin tuşlarına… Yunus Emreler, Mevlanalar, Mehmet Akifler, Necip Fazıllar, Rıfat Ilgazlar, Arif Nihatlar, Oğuz Ataylar kervanında bir garip yolcu olabilmek umudu bizimkisi…

İz bırakmak… Çok yerinde ve aslında ulaşılması zor bir hedef… Uzun, yorucu, engellerle dolu bir yol. Ama her yolun başı ilk adım değil midir?

            Siz kendi kendine konuşanlardan mı yoksa susanlardan mısınız? Susmak bir üst konuşma mıdır?

“Her konuştuğun doğru olsun ama her doğruyu her yerde söyleme.” diyen ve “Söz gümüşse sükût altındır.” nasihatini kulağımıza küpe eden büyüklerimizi aslında hep dinlemek lazım ama biz ara sıra dinliyoruz. Onları dinledikçe susuyor, suskunluğumuz yüreğimize darbeler indirmeye başlayınca da haykırıyoruz.

Susmak aslında en güzel konuşmadır da biz ne kadar susabiliyoruz? Susamadığımız için yazıyoruz aslında. Yazmak kendi kendinle konuşma eylemidir, bir yönüyle… En çok susanlar aslında en çok yazanlardır. 

            “Yolu sen seçersin.” demişsiniz. Kendinize çizdiğiniz yolda bir varma noktası var mı yoksa güzel olan yolda olmak mı?          

Aşk kavuşunca biter, derler… Bence yolculuk da öyledir; girdiğiniz yolda kalmak, daha doğrusu o yolda yürürken ebediyete geçmek daha güzel. Çünkü yol yaşama gayesi verir, ruh verir, ilham verir, tat verir… Hedefe giden yolda karşılaştığınız her şey aslında sizin yaşama gayeniz, o yolda bulunma sebebinizdir. Hedefe ulaştığınızda yol biter…

Mesela benim yolum Kastamonu sevdasının taşlarıyla döşenmiş, Mehmet Akif ruhunu çiçeklendirmiş, tarih çınarının yapraklarının doldurduğu bir yol. Ve bu yolun biteceği yok gibi… Kastamonu sevdası biter mi? Akif sevdası biter mi? Tarih ve ecdat sevdası biter mi? Yazdıklarımız bu sevdaların dile gelmesi… Sevdayı dillendirdikçe, tutanın yüreği acıdıkça mutlu oluyor kalem. Şimdi kalemin sevincini niye hüzne dönüştürelim ki?

            Kitabınızda baba ve anne motifleri yoğun olarak kullanılmış. Nasıl bir baba, nasıl bir anne şeması var zihninizde?

Anlattığım belki kendi babam ve annem gibi görünebilir. Ama baba kimliği ve anne kimliğinin bir tezahürüdür benim hayatıma hayat katanlar. Özellikle “Bu acı geçiyor mu baba?” başlıklı yazım için okurlardan onlarca mesaj aldım. Sanki beni ve babamı anlatmışsınız, diyorlardı. Ve hepsi de gözyaşlarını tutamadıklarını itiraf ediyorlardı. Acı ve hüzün ile mutlu olmak, garip bir his… Demek ki diyorum, kalemime süzülen baba hasreti, özlemi, sevgisi ve ayrılık acısı bana mahsus değilmiş… Ben başkalarının duygularına tercüman olmak için yaşamışım, yaşıyorum.

İnsan kaç yaşında olursa olsun; babası ya da annesini kaybettiğinde büyürmüş aslında. Ben 9 Ekim 2012 Salı günü, gece 03.30’da bir kez büyüdüm. Ve büyümenin ne kadar büyük bir acı verdiğini gördüm.

Bir daha büyümek istemiyorum!

            Eserlerinizde esas olarak anlatmak istediğiniz nedir?

İz Bırakmak demiştim… Eserlerimde anlatmak istediğim elbette tek bir çerçeveye sığmaz. Şimdiye kadar irili ufaklı 21 esere imza attım. Bakıldığında Kastamonu’da İLK diyebileceğimiz çalışmaların olması İZ BIRAKMAK hususunda yüreğimizdeki ümidi canlandırıyor.

Kastamonu Belediye Başkanları, alanında yapılan ilk ve tek çalışma…

Zalifre adlı tarihi roman, Kastamonu’nun fethini tarihi ve tahlili olarak ele alan ilk ve tek roman…

Manifesto; Mehmet Akif’in Kastamonu Günleri, Milli Şairin Kastamonu’daki çalışmalarını ve günlerini en kapsamlı ele alan eser.

Baltacı romanı, Baltacı Mehmet Paşa’yı ve bu çerçevede Prut Savaşı, Katerina ve Petro’yu tarihi belgelerle işleyen tek gerçekçi roman.

Bunların yanında Kastamonu Hikâyeleri, Vakıf Ruhuna Yolculuk, Pir Dede, Kastamonu’da İlginç Vakıflar, Kerpiçten Cami Yakışmaz, Cideli Mehmet Çavuş, Miralay Halit Bey gibi Kastamonulu ecdadı çocuklarımıza anlatmayı hedef edinen çocuk hikâyelerimiz de sanırım İZ BIRAKMAK sevdamıza taşıdığımız birer damla su mesabesinde…

Mülakat: Seda Nur KURT

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir