Fuzûlî, 17. yüzyılda (Kanuni Dönemi’nde) Irak Türkmen coğrafyasında yaşayıp Azerbaycan Türkçesini kullanan divan edebiyatı sanatçısıdır. Fuzûlî’nin şiirleri, dönemine göre sade dili ve lirizmi ile âşıkâne şiir anlayışı içerisinde değerlendirilir. Yazımızın sonunda Fuzûlî’nin önemli şiirlerini bulabilirsiniz. Nitekim Fuzûlî şiirlerinde, döneminin özelliklerine uygun olarak İslam önemli bir esin kaynağıdır.
Bu makalede 17. yüzyıl divan şairi Fuzuli’nin edebi kişiliği (maddeler halinde), eserleri, şiirleri ve hayatı hakkında bilgi verilmektedir. Fuzuli ile ilgili istediğiniz bilgiye ulaşmak ve Fuzuli’ye ait şiirleri okumak için aşağıdaki içindekiler bölümünü kullanabilirsiniz. Peki, Fuzuli hangi dönem içerisinde yaşamıştır? Hangi sanat anlayışı ve şiir özelliklerine sahiptir? bk. Fuzuli şiirleri için tıklayın. Peki, Fuzuli kimdir? Kısaca maddeleyecek olursak:
Yazının künyesi: Kılıç, Ensar (2014). “Fuzûlî”, Önemli Divan Şairlerinin Yaşamı-Edebî Kişiliği-Eserleri-Şiir Örnekleri, Balıkesir Üniversitesi Lisans Bitirme Tezi, s. 152-173. [Not: Bu yazı, bahsi geçen bitirme tezinin çevrim içi ortama uyarlanmasıyla üretilmiştir.)
Fuzûlî, 17. yüzyılda Irak Türkmen coğrafyasında yaşayan divan edebiyatının en lirik şairidir. Yaşadığı döneme kıyasla dili sade olan şair âşıkâne gazelleri, Su Kasidesi ve Leylâ vü Mecnûn mesnevisiyle bilinir. Kimilerine göre divan şiirinin en büyük şairidir.
Sorular
Fuzuli’nin Sevilen Şiirleri
Gerçek adı Mehmed bin Süleyman olan Fuzûlî, Azerbaycan sahası klasik Türk edebiyatının en büyük temsilcisi olarak tanınmaktadır. Şair bazı edebiyat otoriteleri tarafından sadece Azerbaycan sahasının değil Baki ile birlikte tüm Türk edebiyatının en büyük klasik şairi olarak gösterilmektedir. (Mengi, 2008: s. 158)
Fuzûlî’nin Bağdat yakınlarındaki Hille bucağında veya Kerbelâ’da (Timurtaş, 1997: s.590) dünyaya geldiği sanılmaktadır. Uzun zaman Fuzûlî’nin 1490 ile 1495 yılları arasında doğduğu düşünülmüştür. Ancak yapılan son araştırmalarla şairin 888/1483 yılında doğduğu sonucuna ulaşılmıştır. (Okuyucu, 2011: s. 209) Lâtifî, Ahdî ve Âşık Çelebi şairin Bağdatlı olduğunu söylemektedir, ancak tezkirelerdeki tarihlere bakarak Fuzûlî’nin kesin bir doğum tarihinden söz etmek mümkün değildir.
Şairin Hasan Çelebi’nin dediği gibi Hille’de ya da Riyazî’nin söylediği gibi Kerbela’da doğma olasılığı yüksektir. (Özdemir, 2012: web) Tahir Üzgör, Fuzûlî’nin 1483-1484 yılları dolayında doğduğunu şu sözleriyle desteklemektedir: “…şairimizin doğduğu yılı acaba 1494 olarak kabul etmemizde ne dereceye kadar isabet vardır? Fuzûlî’nin Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Yusuf’un iki erkek evladından biri olan ve 1504’te ölen Elvend Bey’e sunduğu “Kaside-i Şikâyet-gûne velehü der-meh-i Elvend Big” başlıklı uzunca ve başarılı Farsça bir kasideyi (ilk kasidesi), 1504 yılında sunmuş olsa bile en fazla on yaşlarında bir çocuğun yazmış olduğu neticesine varırız. Fuzûlî Dîvânı’ndaki yaşlılıktan şikâyet eden ifadeleri de göz önünde bulundurursak, şairimizin 1556’da 62 yaşlarında vefat ettiğini kabul etmemizin mümkün olmadığı ortaya çıkar. Bu durumda Köprülü ve Karahan’ın söyledikleri gibi ve 1958’te Hasibe Mazıoğlu’nun aynen naklettiği üzre şairimizin doğumunu en az bir on sene eskilere götürmemiz gerekmektedir.” (Üzgör, 1997: s. 87)
Fuzûlî âşıkane şiirin edebiyatımızdaki en büyük temsilcisidir. Hemen hemen bütün şiirlerinde aşkı ve aşkın hâllerini coşkun bir lirizmle ifade eden şair; duyduklarını, hissettiklerini, hayal ve düşüncelerini kuvvetli bir öğrenim ve bilginin sonucu olan üslubu olarak yansıtmaktadır. (Selçuk, 2005: s.234)
Fuzûlî klasik edebiyatımızın en bilindik şairlerinden biri olmasına ve bu denli yüksek şiir söyleme gücüne sahip olmasına rağmen yaşamı hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Yaşar Nabi bu durumu Varlık Dergisi’nde şöyle açıklar: “Fuzûlî’nin sanatı üzerine çok, hayatı üzerine az bilgimiz vardır. Kaynakların çoğu şuara tezkireleridir.” (Nayır, 1991) Bu durumun ortaya çıkmasında şairin Irak muhitinden ayrılmaması ve özellikle İstanbul’a hiç gelmeyişi de etkili olmuştur. Şair ve âlim kişiliğinin yanında hoşsohbet bir insan olan Fuzûlî yaşadığı dönemde tüm şöhretine rağmen rahat bir yaşama ve saray çevresinden edinilen himayelere erişememiştir. Köprülü’ye göre, şairin mensup olduğu Şii mezhebinin Osmanlı siyasetince tehlikeli bulunması da bu durumu oluşturan etmenler arasındadır. Fuzûlî Şah İsmail’i takdir ettiği, hatta onun adına eserler yazdığı hâlde, Safevilerden bile hürmet ve iltifat görmemiştir.
Bayat boyundan gelen bir Akkoyunlu Türkmen ailenin çocuğu olan şair, Osmanlı’nın Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra da beklediği ilgiyi bulamamıştır. Hatta kendisine bağlanan bir miktar geçimlik dahi ödenmemiş, bunun üzerine Fuzûlî Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektup ile edebiyatımızın en güzel mektup örneklerinden biri olan Şikâyet-nâme adlı eseri ortaya çıkarmıştır. Fuzûlî saray çevresindeki bu ilgisizliği daha çok Bağdat’a bağlamaktadır. Yine bu yıllarda terkib-i bent ustası Ruhî de Bağdat kentinden şikâyet etmektedir. Fuzûlî bir beytinde şöyle der:
Fuzûlî ister isen izdiyâd-ı rütbe-i fazl Diyâr-ı Rûmu gözet terk-i hâk-i Bağdat et
Ayrıca şairle ilgili 1946 yılında yayımlanan bir çalışmada; Fuzûlî’nin Şehzade Bayezid ile uzun süre mektuplaştığı, bu mektuplaşmanın bir dönem kesilip sonra yeniden devam ettiği anlaşılmaktadır. Fuzûlî, Şehzade’den aldığı “itâb-âmiz” ve “şekve-engiz” bir mektup üzerine Anadolu’ya yerleşme dileğini şöyle belirtmiştir:
Fuzûli eyledi âheng-i ayşhâne~i Rüm Esir-i mihnet-i Bağdâd gördüğün gönlüm (Çatbaş, 1946: s. 139)
Fuzulî’nin asıl adı Mehmet ve babasının adı ise Süleyman’dır. Kaynaklar, bilginliğindenötürü ondan Mevlana Fuzulî diye bahsederler. Kendisi de her fırsatta bilgin şairlerden olduğunu ima eder. İlk bilgilerini Hille müftüsü olan babasından edindiği, sonra Rahmetullah adlı bir hocadan ders gördüğü ve hatta hocasının kızına âşık olduğu, şiir yazmaya da bu sebeple başladığı şeklindeki söylentilerin doğruluk derecesi bilinmemektedir. Geniş bilgisine bakarak onun da pek çok bilgin şair gibi iyi bir medrese eğitimi gördüğü söylenebilir. (Okuyucu, s.39:2011) Şairin yalnızca Türkçe değil Arapça ve Farsça divanlar oluşturması da onun gördüğü eğitimin niteliğini göstermektedir. Şair Türkçe divanının giriş bölümünde de (mukaddimesinde), iyi bir şairin bilim ve bilgiden nasiplenmesi gerektiğini bildirmektedir.
Fuzûlî, sanatını geleceğe ulaştırma endişesini taşıyan bir şairdir. Şair önceleri güzel anlamlı birtakım mahlaslar almış, ancak kısa bir zaman içinde bu adların diğer şairler tarafından da kullanılması karşısında; sanatının benzerleri arasında kaybolması korkusuna kapılmıştır. Şair yüreğinin taşıdığı bu kaygı Fuzûlî’yi kimsenin kullanamayacağı bir mahlas kullanmaya yöneltmiştir. Böylece şair kendine fazla ve gereksiz anlamlarına gelen Fuzûlî sözcüğünü mahlas olarak belirlemiştir. (Banarlı, 1985: s. 73) Fuzûlî bu durumu Dîvân’ında şöyle açıklamıştır: “Şiire başlarken günlerce bir mahlas almak yolunda düşündüm. Seçtiğim mahlasa bir müddet sonra bir ortak çıktığı için yeni bir mahlas alıyordum. Nihayet benden önce gelen şairlerin ibareleri değil mahlasları kapıştıklarını anladım. Karışıklığı ortadan kaldırmak için Fuzûlî mahlasını seçtim.” (Karahan, 1996: s. 241)
Fuzûlî’nin ölüm tarihi de tam olarak bilinememektedir. Ay ve gün eksik olmak üzere yalnızca Ahdî’den aldığımız bilgiler ışığında şairin 1556’da 70 yaşlarında öldüğünü bilmekteyiz. (Mengi, 2008: s. 154) Ayrıca Ahdî, şairin Fazlî mahlasıyla şiirler yazan bir oğlunun olduğunu bize ulaştırmaktadır. 1956 yılında şairin ölüm tarihi tam olarak bilinmediğinden ölümünün 400. yıl dönümünde tüm yıl Fuzûlî yılı ilan edilmiştir. Faruk Kadri Timurtaş Fuzûli’nin ölümünü şu biçimde anlatmaktadır: “Bütün hayatını Bağdat, Hille, Necef ve Kerbela çevresinde geçiren ve Irak dışına çıkamadığı anlaşılan Fuzûlî’nin hangi tarihlerde hangi şehirlerde bulunduğunu tespit etmek imkânsızdır. Daha çok Bağdat ve Kerbela’da ikamet etmiş olan şairin, bir ara Hille’de oturduğu Farsça bir kıtasından anlaşılmaktadır. Kerbela’da doğan ve hayatının büyük bir kısmını orada ve Bağdat’ta geçiren ve 1556 yılında taun (veba) salgını sırasında ölen Fuzûlî” Kerbela’da bulunan bir Bektaşî türbesine gömülmüştür.
Fuzuli’nin edebi kişiliğini kısaca maddeler halinde okumak için tıklayın.
Divan edebiyatının lirizm bağlamında bir zirvesi olan Fuzûlî’de bireysel ve tanrısal aşk çoğunlukla iç içedir. Fuzûlî’nin şiirlerine egemen olan coşkunluğun, hassas kalpliliğin, aşk ve aşk acısının sanatsal değeri tasavvuf süzgecinden geçtikten sonra anlamlandırılabilir. Ancak bu Fuzûlî’nin mutasavvıf bir şair olduğu anlamını taşımaz. Çünkü Fuzûlî için tasavvuf bir araçtır, hiçbir zaman bir amaç hâlini almamıştır. Tasavvufi konular: güzelliğin beden güzelliğinde değil ruh güzelliğinde aranması, yaratılmışlarda yaratanı görme gibi temel konular etrafında biçimlenirken Fuzûlî’nin konu seçimleri bu çizginin içine hapsolmamıştır. Fuzûlî’de felekten, dünyanın geçiciliğinden, talihten yakınma gibi klasik edebiyatımızın çokça işlenen konularını da bulmak mümkündür. Fuzûlî’nin bu konudaki tutumunu kendine ait şu sözler daha iyi açıklamaktadır: “Ben eşyaya duygu ve akıl gözüyle baktım, onlar üzerinde düşünme ve etraflıca araştırma ayağıyla yürüdüm.” (Fuzûlî, 1961: s. 3)
Fuzûlî’nin şiirinde rastladığımız diğer önemli konu ise derin acıların zaman zaman melamet düzeyinde şiirlere yansımasıdır. Kuşkusuz bu; şairin yaşadığı coğrafyada İslam’ın ilk dönemlerinde başlayan ayrışmanın etkisiyle daha da büyümüştür. Çünkü Fuzûlî, Kerbela Olayı’nın gerçekleştiği topraklarda büyümüştür. Yüzyılın panoramasına baktığımızda büyük mezhepsel ayrılıkların yaşandığı bu dönem; şair üzerinde büyük bir aidiyet çelişkisi yaratmıştır. Bir yandan İran şahına yakınlık hisseden Fuzûlî, bir yandan da Osmanlı sultanlarından himaye dileklerinde bulunmuştur. Karmaşanın hâkim olduğu bu coğrafya şairin ruh dünyasındaki fırtınalı buhranların acı bir yansıması gibidir ve şairi derin bir umutsuzluğa düşürmektedir. Bu çatışma, kavga ve suçlama ortamının izleri şairin bilinçaltında derin bir psikolojik etki bırakmıştır. Bunun bir sonucu olarak şairin kötümserliği, güvensizliği, yalnızlık ve kimsesizlik hisleri bütün eserlerinde kalıcı olarak hissedilmiştir. (Güler, 2011: s. 87)
Şair yaşadığı topraklardaki karmaşayı Farsça divanının ön sözünde kendisinden şiir yazmasını isteyen bir kişiye verdiği yanıtta şöyle dile getirmiştir: “Sevdadan yaralı benden bu fenni ummak şaşılacak bir şeydir. Zira doğduğum ve yaşadığım yer Irak-ı Arap’tır. Burası padişahların gölgesinden uzak kalmıştır. Bilinçsiz halkı yüzünden mamur değildir. Burası öyle bir bostandır ki salınan servileri sam yelinin kasırgaları, ve açılmamış goncaları ise mazlum şehitlerin mezarlarının kubbeleridir. Burası öyle bir zevk ve safa meclisidir ki şarabı parçalanmış ciğerlerin kanı, nağmeleri avare gariplerin feryatlarıdır. Mihnet artıran çölünden bir rahat rüzgârı esmemiş, belalarla dolu çölünde bir damla ihsan bulutu bir zerre toz bastırmamıştır. Böyle riyazet (çile) bahçelerinde gönül goncası nasıl açılır ve gönül bülbülü ne terennüm eder.” (Karahan, 1989: s. 70)
Fuzûlî’nin beslendiği kaynaklardan biri de Kur’an ve İslam bilimidir. Fuzûlî’nin özellikle kelam biliminde yetkin bir ad olduğunu biliyoruz. Kelam, düşünsel anlamda estetik güzelliği, ince düşünceyi ve keskin zekâyı gerektiren bir bilimdir. (Altıntaş: s. 38) Bundan yola çıkarak Fuzûlî’nin aldığı iyi eğitimin onun yüksek düşünsel yaratımlar oluşturması için zemin hazırladığını söyleyebiliriz. Felsefi bir çıkarım olarak; yüksek bir duygusal yeteneğe sahip olan Fuzûlî’nin daha çok sofiliğe eğilmesine rağmen aşırı yaklaşımlardan uzak, gerektiği zaman sofilerin kimi görüş ve düşüncelerini Kur’an’a başvurarak eleştirmekten asla geri durmayan bir şair olduğunu anlamaktayız. (Altıntaş: s. 51) Ayrıca Fuzûlî yaşamdan kopuk bir ütopyanın temsilcisi değildir. Hatta Hasibe Mazıoğlu’na göre divan edebiyatında kendi yaşantısını bu denli yapıtlarına yansıtan başka bir şair yoktur. (Mazıoğlu, 1997: s. 2663)
O yaşamın zorluklarını yakından hissetmiş, dönem içerisinde tavan yapan rüşvet ve vurgunculuktan sürekli dert yanmıştır. Bu kuşkusuz sanatçının yapıtlarına da yansımış, Şikâyet-nâme gibi Türk edebiyatının en güzel mektup örneklerinden birinin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Dönemin riyakâr yapısıyla ilgili olması bakımından şairin şu sözü önemlidir: “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.”
Fuzûlî’nin şiir dünyası genel kalıpların içinde değişiklikler yaratabilecek bir yapıdadır. O birçok divan şairinin tekdüze söyleyişlerini, yarattığı “anlam renkleriyle” aşmayı başarmıştır. Örneğin düşmek sözcüğünü ele alırsak, Fuzûlî’nin anlam renkleriyle boyadığı şiirini örneklendirebiliriz. Fuzûlî’de düşmek kadehe düşmek, dökülmek anlamında kullanılır.
Mey gerçi safâ verir dimâğa Akduğı için düşer ayağa
“Gerçi şarap zihni neşelendirir, ancak akıcı bir nesne olduğu için de ayağa düşer.” biçiminde aktarabileceğimiz bu beyitte düşmek hem yere, yani ayakların bastığı yere dökülmek, hem de ayak: eyâğ, aynı zamanda kadeh demek olduğundan, kadehe dökülmektir. Ayağa düştüğü zaman pespayeleşen; içeni de pespayeleştiren şarap, kadehe döküldüğü zaman, bir şevkin hazırlığı kadar renkli ve neşelidir. (Banarlı, 2004: s. 116) Görüldüğü gibi mecazlar ve anlamı renklendiren kelime oyunları sayesinde basmakalıp ifadeleri aşan bu söyleyiş; anlam yurdunda sade bir söyleyişle ne kadar derin anlamlar oluşturulabileceğini kanıtlamaktadır. Yine Türkçe olmasına rağmen uzun okutulan sözcüklerin şiirde aksaklığa neden olmaması aksine şiirin müzikalitesine ve akıcılığına katkı sağlaması (akdûğı gibi) şairin sanat gücünü ortaya koymaktadır.
Fuzûlî, Türkçeye çok hâkim bir sanatçı olup dilin tüm imkânlarından yararlanmıştır. Dönemine göre sade bir dili vardır.
Fuzûlî konuşma dilinin kısa cümle, devrik cümle, soru cümlesi kullanımından yararlanmıştır. Ayrıca, şiirlerinde konuşma dilinin seslenme kelimelerini, deyimleri, vurgu ve tonlamasını kullanmıştır. Şiir dilinde anlam ve ses yönünden iyi düzenlenmiş kelime kullanımıyla sağlanan yoğun anlatımdan yararlanmıştır. Etkileyiciliği sağlayan tekrarlara ve tezatlı kullanımlara yer vermiştir. Özellikle söz tekrarlarından şiirde ahengi sağlamakta yararlanmıştır. Şiirlerinin yaşayabilmiş olmasında da içten, sade, alçak gönüllü dil kullanımının payı vardır. Onun alçak gönüllü, iddiasız anlatımı şiirlerini yalnız günümüze taşımakla kalmamış aynı zamanda etki alanını genişletmiştir. Sözün kısası, onun değişik çevrelerce tutulup sevilmesinde bu anlatım ustalıklarının payı büyüktür. (Mengi, 1996: web) Anlatımının temelinde ise söz ve anlamın ustaca yoğrulması vardır.
Divan şiirinde söz ve anlam, birbirine sıkı sıkıya bağlı ve birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki önemli ögedir. Sesin de, sözün anlamını vurgulayan bir öge olarak şiirde önemli bir yeri vardır. Fuzûlî divan şairleri arasında bu üç ögenin şiirin yaratılmasındaki sırrını en iyi kavramış, ses, söz ve anlam dengesini şiirlerinde büyük bir ustalıkla gerçekleştirmiş birkaç şairden biridir. (Dilçin, 1991: s. 43) Bu üç ögeye de ustalık derecesinde hâkim olan şair söze özel olarak dikkat çeker. Kısacası ona göre: “Söz anlam hazinesinin incilerini tane tane sıraya dizen bir iptir. Anlamı düzene koyan sözdür, hiçbir anlam söz olmadan biçimlenip varlık kazanamaz.”
Fuzûlî’nin dilinden dinlediğimiz aşk; anlam ve biçim süzgecinden geçen estetik bir olguya işaret eder. Bu aşk söylemi yer yer o denli şiddetli bir hâl alır ki; şair, mesnevi hikâyelerindeki kahramanlarla kendini karşılaştırıp kendi aşkını üstün kılar. Ancak Fuzûlî’deki aşkın cezbe hâli daha çok sıkıntı ve sevgiliye ulaşamama acısıyla yoğunlaşmış derin bir üzüntü hâlinin güçlü bir aktarımıdır. Kuşkusuz bunda şairin mizaç özellikleri ve şairlik kudretine rağmen yeterli ilgiyi görememesi, ilmine uygun makam ve mevkiye gelememesi, bulunduğu yerden ayrılmak istemesine rağmen bunu başaramaması… gibi nedenler etkili olmuştur. Şair bu duyguları tasavvufun mecazlarıyla yoğurarak şiirlerine sermaye yapmıştır. Zaten Fuzûlî’nin şiirlerinde aşk eksenli unsurlar olan “aşkın acılarına tahammül etmek, elem çekmek, halkın ayıplamasına (melâmet), başkalarının (ağyâr) cefasına katlanmak, sabır, alçak gönüllülük, bütün bunlar tasavvufun da dayandığı esaslardır. (Selçuk, 2007: s. 490)
Fuzûlî’yi divan edebiyatının en önemli şairlerinden biri hâline getiren bir diğer özellikse dile olan hâkimiyetidir. Onun dili tamamıyla, bütün klasik Türk şiirinin ortak zemini olan Türkçe konuşma dilinin temel kalıplarına, halk diline, şehir diline ve Türkçe’nin binlerce yıllık birikimine dayanır. (Kortantamer, 2007: s. 491) Şairin divanında bulunan atasözü ve deyimler bunun en büyük kanıtıdır. Dönemine oranla sade bir anlatımı olan Fuzûlî’nin birçok beyiti bugünkü Türkçeyle bile kolayca anlaşılabilecek yalınlıktadır. Bu da şairin şiir söylemekteki yeteneğini ortaya koymaktadır. Yalın ve akıcı anlatımlar içindeki derin anlamlar Fuzûlî’yi yetkin bir şair yapmanın yanında, şairin birçok sehl-i mümteni (yalın, akıcı ancak derin anlamlar barındıran) olarak nitelendirebileceğimiz beyit örnekleri vermesini sağlamıştır.
Şairin yaşadığı coğrafya ile bağlantılı olarak dilinde Azeri sahasının dil özellikleri açıkça görülebilir. Divan edebiyatının diğer meşhur isimleriyle kıyasla Fuzûlî’nin İslam dünyasının büyük bir kısmında kazandığı şöhreti, önce onun üç dilde ustalıkla ustalıkla şiir yazmasıyla açıklanabilir. Arapça şiirleri ortalama bir seviyede olmasına karşılık Farsça ve özellikle Türkçe şiirleri onu daha hayatta iken sanatın zirvesine ulaştırmıştır. (Karahan, 1996: s. 242)
Fuzûlî’nin Türk şiirini İran şiiri düzeyine getirebilme gayreti içerisinde önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda Mazıoğlu şairin en çok Hâfız-ı Şîrâzî’den etkilendiğini söyler ve iki sanatkârın sanatını karşılaştırır. (Mazıoğlu, 1956: s. 9) Fuzûlî, Mengi’ye göre Çağatay sahasından Ali Şîr Nevâyi’den, Anadolu sahasından ise Necâtî’den etkilenmiştir. Bunun yanında Azeri sahasından Habîbî’den etkilenerek yazdığı “dedim dedi” müseddesi (altılı) vardır. (İpekten, 2000: s. 29-30) İran şairlerinden ise Hafız, Selman, Câmî, ve Nizâmî onun esin kaynakları arasında yer almaktadır. (Mengi,2008: s. 162) Ancak Karahan bu listeyi daha uzun tutmaktadır. Karahan’a göre Anadolu sahasından Şeyhî, Ahmedî, Ahmed Paşa, Necâtî ve Zâtî, Farsça yazan şairlerden ise Hakânî, Nizâmî, Mevlânâ, Sadî, Hüsrev, Hâfız, Câmî, Hâtifî, Hüseyin Vâiz şairi etkileyen isimlerdir. (Karahan, 1989: s. 19) Şairin en çok nazire yazdığı adların başında Ali Şîr Nevaî ve Necâtî gelmektedir. Fuzûlî’nin bu şairlere yazdığı nazirelerden birer örnek verirsek (Okuyucu, 2011: s. 42):
Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek Bir avuç toprak atar bâd-ı sabâdan gayrı Necatî
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapum bâd-ı sabâdan gayrı Fuzûlî
Ol melek-sîmâ perî kim halk anun hayrânıdur Cânlar âşûbı velî âşüfte cânum cânıdur Nevaî
Ol perîveş kim melahat mülkinün sultânıdur Hükm anun hükmi bana fermân anun fermânıdur Fuzûlî
Fuzûlî divan edebiyatımızda halk tarafından en çok benimsenen şairlerden biri olmuş, geniş kitlelerce okunup beğenilmiştir. Edebiyatımızda Fuzûlî etkisi daha yaşadığı dönemde çağdaşı Bağdatlı Ruhî’den başlayarak görülmeye başlamıştır. Zâtî, Hayâlî Bey ve Taşlıcalı Yahyâ ve şu an adını anmadığımız birçok önemli şair ondan etkilenmiş ve şiirlerine nazireler yazmıştır. (Özdemir, 2012) Bunun bir sonucu olarak Fuzûlî’nin etkilediği şairleri sınırlandırmak oldukça zordur. Sayısız şairin şiirlerine nazireler yazdığı Fuzûlî, kendisinden sonra gelen şairlerin birçoğunu şiirdeki derin lirizmiyle etkilemiş, adeta bir ekol hâline gelmiştir. Hatta bu etki divan edebiyatının sınırlarını aşmıştır. Bektaşi geleneğince Yedi Ulu Ozan’dan biri kabul edelen şairin şiirleri özellikle bu kolda ilerleyen halk şiiri için bir esin kaynağı hâlini almıştır.
Fuzûlî yalnızca divan edebiyatının değil tüm zamanların en büyük lirik şairlerinden biridir. Daha çok bir gazel şairi olarak bilinen Fuzûlî’nin âşıkane gazellerinin yanında özellikle Leyla ile Mecnun mesnevisi lirizmin bir doruğu olarak kabul edilmektedir. Bu yapıtta aşkın safhalarının derin bir duygusal coşkunla tanrısal aşka varıncaya kadar -tasavvufî ögelerden de yararlanarak- anlatımı; ortaya tüm klasik edebiyatın en güzel eserlerinden birini çıkarmıştır. Fuzûlî gazel ve mesnevilerdeki yetkinliğinin yanında ayrıca usta bir kaside şairidir. Su, hançer ve gül redifli kasideleri şairin en sevilen şiirlerinden olmuştur. Şairin yapıtlarında kullandığı söz sanatları ve mecazlar; imalelerin telafi amacı gütmeksizin bir ahenk aracına dönüşmesiyle birlikte yapısal olarak da olgun bir şiir ortaya çıkarmıştır.
Derin sezileri ve duygu dünyasının zenginliği ile Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan Fuzûlî’nin en önemli yapıtı Türkçe Dîvân’dır. Dîvân’daki gazel ve kasideler şairin ününü ortaya çıkaran birer sanat abideleri niteliği taşır. Fuzûlî ayrıca bir mesnevi şairidir. Şairin hamsesinin olduğu bazı kaynaklarda geçse de bugün için elimizde bir hamse oluşturacak sayıda mesnevisi yoktur. Şair Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevisi ile bu alandaki iddiasını ortaya koymuş, edebiyatımızın şaheserlerinden birini oluşturmuştur. Bunların yanında Fuzûlî edebî mektupları ve birçok manzum-mensur yapıtları bulunmaktadır. Ayrıca Sohbetü’l-Esmâr adındaki bir mesnevisinin onun olup olmadığı tartışmalıdır. Sedit Yüksel bu eserin kesinlikle Fuzûlî’nin olamayacağını savunmaktadır. (Yüksel, 1972: s. 115-136) Şimdi de Fuzûlî’nin eserlerini detaylı olarak inceleyelim:
Dîvân, Fuzûlî’nin şairlik yeteneğini ortaya koyduğu ve en bilinen yapıtıdır. Bu yapıtta ele alınan sevgi konulu gazeller Türk edebiyatının en seçkin lirik şiir örneklerindendir. Şairi bu denli başarılı ve kalıcı kılan da onun bu şiirlerindeki lirizmi eksiksiz bir anlatımla süslemesidir. Dîvân’ın başka bir özelliği de, eserin başında bulunan ön söz bölümüdür. Bu bölümde şair: Gerçek bir şairin niteliklerini, şiirde üslubun nasıl işlenmesi gerektiğini, bilim ve şiir ilişkisini, şair doğasının şiire yansımalarını, klasik şiirin değer yargılarını, şiir sanatının retorik ve duygusal bağlamını, şiirde özgünlüğün nasıl yakalanacağını, dönemin şiir anlayışını ve kendi mahlas edinme öyküsünü okuyucusuyla paylaşmıştır. Bu da Fuzûlî Dîvânı’nı retorik açıdan da önemli bir yapıt hâline getirmektedir.
Şairin kendi eliyle tertiplediği bu Dîvân, mensur bir ön sözden sonra, tevhit, naat, kaside, mesnevi, musammat, kıta ve gazelleri içine almaktadır. Şairin yaptığı bu tertip; klasik divan biçeminin en güzel örneklerinden biridir. Dîvân’da 302 adet gazel bulunmaktadır. Yapıtın birçok yazma nüshaları, eski ve yeni yazı ile baskıları vardır. (Kabaklı, 2006: s. 566) Ayrıca Dîvân’ın Arap harfleriyle Mısır Bulak’ta basılmış bir baskısı Toronto Üniversitesi tarafından 2007’den beri Genel Ağ (İnternet) erişimine sunulmuştur. (Toronto Ün.: web) Yapıtın, ilki hicri 1244’te Tebriz’de olmak üzere Bakü, Hive, Kahire, İstanbul ve Ankara’da yapılmış elliden fazla baskısı bulunmaktadır. Bunlardan Abdülbaki Gölpınarlı ile Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit Yüksel ve Müjgan Cunbur’un yaptıkları çalışmalar en iyi yayımlardandır. Ali Nihat Tarlan, Fuzûlî Dîvânı Şerhî adıyla sadece gazellerini üç cilt hâlinde açımlamıştır. (Karahan, 1996: s. 244)
Kitapta 8 sayfalık bir ön söz, 4 sayfalık bir kaynakça, araştırmacı tarafından sorunlu görülen beyitlerin incelendiği ve onarıldığı 357 sayfalık asıl bölüm ve en sonda yer alan 8 sayfalık bir dizin bulunmaktadır. (Derdiyok, 2002: s. 126) Yine Hasibe Mazıoğlu’nun 1992’de hazırlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından basılan “Fuzuli ve Türkçe Divanından Seçmeler” adlı eser Dîvân’la ilgili bilgiler için pratik bir başvuru kaynağıdır. Türk edebiyatının en güzel yapıtlarından biri olan Fuzûlî Dîvânı’yla ilgili yapılan çalışmalar tabii ki bu kadarla sınırlı değildir. Dîvân ile ilgili daha fazla kaynak kaynakça bölümüzde bulunmaktadır.
Anlam derinliği, sanatlı – gösterişli bir dil kullanılan ve akıcılığın yakalandığı bir eserdir. Birçok anlamda Türkçe Dîvân ile bağdaşıklık göstermektedir. Bu eserin de başında şairin sanat anlayışını dile getirdiği bir ön söz bulunmaktadır. Yapıtın içerdiği türler ve üzerinde yoğunlaşılan konular da genel itibariyle Türkçe Dîvân ile aynıdır. Yalnızca Hz. Ali ve çocuklarına yapılan övgüler, mezhep önderlerine ithaf edilen şiirler bakımından Farsça Dîvân daha fazla içeriğe sahiptir.
Farsça Dîvân’ında kasideler bölümünün başında Fuzûlî’nin: Hakanî, Molla Câmî ve gene İran’ın ünlü şairlerinden olan Hüsrev’e nazire olarak yazdığı ve Enîsü’l-Kalb adını verdiği uzun kasidesi yer alır. Fuzûlî bu kasideyi Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden önce yazmış ve Bağdat’ın fethini sağlamakta etkili olması için İstanbul’a göndermiştir. (Mengi, 2008: s. 156)
Farsça Dîvân, Türkçe Dîvân’a oranla daha hacimlidir. Ülkemizde nüshaları sınırlı olan eser Manisa Muradiye Kütüphanesi nu.: 2668’de, Fatih Millet Kütüphanesi Carullah Ef. kısmı nu.: 1670’de, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Farsça yazmalar kısmı nu.:883’te kayıtlıdır. Ayrıca İsmail Saip Sencer’e ait kitapların arasında Dîvân’ın yeni bir nüshasına daha rastlanmıştır. (Mazıoğlu, 1956: s. 73-85)
Farsça Dîvân ile ilgili yapılan en önemli çalışmalardan biri 1983’te Azeri araştırmacı Raide Said’e ait “Fuzulî’nin Farsça Divanı: İnceleme-Transkripsiyonlu Metin” adlı doktora tezidir. Bunun yanında Türkiyeli araştırıcılar da eserle ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Hasibe Mazıoğlu, 1962’de eseri tıpkı basım olarak yayımlarken, 1956’da “Fuzûlî’nin Farsça Divanı ile İlgili Araştırmalar” adıyla bir makale yayımlamıştır. Ali Nihat Tarlan ise eserin Türkçe çevirisini 1950 yılında tamamlamıştır.
Fuzûlî döneminin aydınlarının birçoğu gibi elsine-i selâse adı verilip Türkçe, Arapça ve Farsçayı ifade eden üç dili şiir yazacak kadar iyi bilmektedir. Ancak şair tabiatını yansıttığı ve şiir yeteneğini açıkça ortaya koyduğu Türkçe ve Farsça divanların yanında kaleme aldığı Arapça şiirlerinde pek de başarılı olamamıştır. Şairin Arapça şiirleri zengin bir yazınsal kültüre sahip olan Arap edebiyatında önemli bir yer işgal edebilecek düzeyde değildir. Fuzûlî’nin Arapça Dîvân’ını inceleyen Tavit et-Tancî divan hakkında şunları söyler:
“Fuzuli’nin Arap lisanına vukufu, zamanındaki dini ilimleri bilen bir kimsenin bu dile vakıf oluşu derecesinden ileri gidememiş ve asla bir Arap şairi ve edibinin bilgisi seviyesine ulaşamamıştır.” (Tanci, 1962: s. XII)
Fuzûlî Arapça şiirlerinde her ne kadar Arap dilini kullansa da bu şiirlerdeki edebiyat ve sanat anlayışı daha çok Fars edebiyatı ve ondan etkilenen Türk edebiyatının biçemleriyle anlamlandırılabilir. Örnek vermek gerekirse, Arap edebiyatında son beyitte mahlas kullanma geleneği yokken Fuzûlî’nin son beyitlerde mahlas kullandığını görürüz.
Fuzûlî’nin Arapça bir divanının olup olmadığı da tartışmalı bir konudur. Eski kaynaklarda yalnızca bir tezkirede şairin Arapça bir divanı olduğundan söz edilmektedir. Fuzuli’nin Arapça şiirlerini gün yüzüne ilk çıkartan E. Berthels’tir. Yazdığı makalede divandan iki kasideyi de Rusçaya tercüme etmiştir. Aynı yazma kaynaktan yararlanarak Azerbaycan’da Hamdi Araslı, yazma nüshadan çinkograf usulüyle 1958 yılında Matla’u’l-İ’tkad ile birlikte Arapça şiirleri yayımlamıştır. (Erdoğan, 2010: s. 171-172) Bugün elimizde Fuzûlî’nin 11 kaside ile eksik bir kaside olduğu hissini veren bir kıt’ası bulunmaktadır. Tek yazma olan bu nüsha Leningrad Asya Müzesi Kütüphanesi’ndedir. Yapıt, H.997 tarihini taşıyan Fuzûlî Külliyatı içinde 189-199 yaprakları arasında bulunup, iki defa basılmıştır. (Kültür Bak. e- Kitap: web)
Arap çöllerinde başlayan bir aşk öyküsünün dilden dile dolaşarak bir halk hikâyesi hâlini alması biçiminde ortaya çıkan bu hikâye Arap edebiyatından çok Fars ve Türk edebiyatında işlenen bir tema hâline gelmiştir. Kökensel olarak gerçek bir aşk öyküsünden esin alarak ortaya çıktığı düşünülen bu hikâye öncelikle Fars edebiyatında daha sonra ise Türk edebiyatında bedensel istek ve dünyevi arzuları aşıp Tanrı’ya ulaşmayı konu edinen yazılı anlatılar hâlini dönüşmüştür.
Leylâ ile Mecnûn’un yaşadığına dair rivayetlere göre olay hicretin birinci yılında Arabistan yarımadasında geçer. Kays ile Leylâ’nın ailesi ve kabilesi Necid’de çadırda yaşarlar. Kays ile Leylâ çölde hayvan otlatırlarken birbirlerini severler. Bu sevdanın duyulması üzerine Leylâ’yı Kays’a göstermezler ve Kays için ıstıraplı bir hayat başlar. Zaman geçtikçe Kays’ın Leylâ’ya olan sevgisi daha da artar ve Kays aklını kaybeder. Aklını yitirmesi üzerine Mecnûn lakabını alan Kays, bilmez bir halde çölde hayvanlarla yaşamaya başlar. Onu iyileştirmek için ailesinin her girişimi sonuçsuz kalır. Leylâ, Mecnûn’a olan aşkına daha fazla katlanamaz ve ıstırap içinde ölür. Mecnûn da onun için ağıtlar yakıp aşkının acısını terennüm ederek çöllerde dolaşmaya devam eder. Nihayet bir gün çölde ölüsü bulunur. (Durmuş, 2003: s. 159)
Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u edebiyatımızdaki en önemli lirik yapıtlardan biri olarak kabul edilmektedir. Şair yapıtın ilk bölümlerinde aşkın yürekte açtığı derin üzüntü hâlini, âşıkların birbirlerine ulaşma isteğini, aşk uğruna yapılan mücadeleyi ve tutkuyu dile getirmiştir. Ancak yapıtın ilerleyen bölümlerinde sevgiliye ulaşamamanın verdiği acının insan-ı kâmile (olgun insan) giden yoldaki seyri sistemsel bir biçimde okuyucuya aktarılmıştır. Bu sürecin son basamağı da aşk ateşiyle eriyip ilahi birliğe yani Tanrı’ya kavuşmak olacaktır.
Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u edebiyatımızdaki en güzel Leylâ vü Mecnûn örneği olarak nitelendirilmektedir. Fuzûlî eserini kaleme alırken, Leylâ vü Mecnûn temasının Fars şiirinde Nizamî, Hüsrev-i Dihlevî, Abdurrahman-ı Câmî, Hilâlî, Hatifî, Mektebî ve Süheylî gibi büyük sanatkârlarca işlenen metinlerinden yararlanmıştır. Özellikle Nizamî ve Hatifî’nın eserleri Fuzûlî’nin üslubunu önemli ölçüde etkilemiştir. Ali Şîr Nevâî, Hamdullah Hamdi ve Tebrizli Hakîrî gibi şairler Fuzûlî’den önce Leylâ vü Mecnûn temasını işleyen diğer Türk şairlerdendir. Bu şairlerin özellikle Hamdullah Hamdi’nin bir nebze de olsa Fuzûlî’yi etkilemiş olabileceği düşünülmektedir. (Yavuz, 2005: s. 57)
Türkiye ve dünya kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunan Leylâ vü Mecnûn, gerek Fuzûlî külliyatı arasında gerekse müstakil olarak aynı zamanda en çok baskısı yapılan mesnevilerin başında gelmektedir. Leylâ vü Mecnûn’un yeni harflerle iki baskısı Necmettin halil Onan (İstanbul 1935) ve Hüseyin Ayan (İstanbul 1981) tarafından hazırlanmıştır. Eser Almanca, İngilizce ve İspanyolcaya da çevrilmiştir. (Karahan, 1996: s. 244) Ayrıca 1996’da Leylâ vü Mecnûn adıyla çıkardığı kitabı 2008’de başka bir yayınevinden Leylâ ile Mecnun adıyla yayımlayan Muhammed Nur Doğan; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın isteği üzerine eseri Bakanlık için hazırlamış ve çalışma Bakanlığın Genel Ağ sayfasında bulunan e-kitap bölümünde yayımlanmıştır. Ayrıca 2007’de Fuzûlî’nin “Leylâ ve Mecnûn”unda Tasavvufî Kavram ve Unsurlar adıyla Nurgül Karayazı tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
Şairin 3096 beyit ve mensur bir dibaceden meydana gelen eserinde yer verdiği murabba ve gazeller, ister Mecnûn ister Leylâ’nın ağzından olsun, içten samimi, hitaplı diyalog havasını getiren manzumelerdir. Bütün bunlar göz önüne alınınca Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnun adlı eseri hep doruklarda kalmış bir şaheser olarak görülmüş ve Türk insanının gönlünde büyük yer tutmuştur. (Yavuz, 2005: s. 62)
Fuzûlî’nin alegorik (yerinel) olarak kaleme aldığı eseridir. 438 beyitlik küçük bir Türkçe mesnevidir. (Vanlıoğlı, 1997: s. 197) Eser esrar (beng) ile şarabın (bade) karşılıklı konuşmaları biçiminde ilerler, bu konuşmalar akıl ve gönlün çelişkisi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Mesnevinin ilk bölümlerinden sonra daha ılıman bir üsluba bürünen anlatım barışa işaret etmektedir. Ancak bade imajını bir nevi Şah İsmail gibi gören şair, bu ikili tartışmanın kazanan tarafı olarak badeyi görmek istemiştir. Çünkü Tahir Ongun’a göre bade Şah İsmail’in, beng (esrar) ise Sultan Bayezid’in kişiliğinde somutlaşmıştır. Buradan da Fuzûlî’nin gençlik yıllarında yazdığı eserde; Bağdat’ı ele geçirip Özbekistan üzerine yürüyen Şah İsmail’e duyduğu sıcakkanlılık anlaşılmaktadır. Nitekim Fuzûlî bu eserini Şah İsmail’e sunmuştur. Ayrıca Beng ü Bâde hakkında birtakım uyuşturucu nesnelerin kişileştirilmesi ile basit bir gülmece veya tasavvufî bir eser ortaya koyulmaya çalışıldığı da düşünülebilir. (Yıldırım, 2004: s. 139-146)
Beng ü Bâde üzerine yapılan önemli araştırmalar Mehmet Vanlıoğlu ve Ali Yıldırım’a aittir. Bu isimler mesnevinin içerik özellikleri üzerine iki makale yayımlamıştır. Ayrıca Kemal Edip Kürkçüoğlu 1955’te Beng ü Bâde’yi yeni harflerle basmıştır.
Fuzûlî’nin Beng ü Bâde ile birlikte alegorik (yerinel) mesnevilerinden biridir. Yapıtın diğer adı Heft Cam’dır. Bu küçük mesnevi parçası Millet nüshası ile Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Genel Kitaplığındaki nüshada Dîvân (Farsça) mukaddimesinin sonundadır. Şairin mukaddimeden sonra bu ufak mesneviyi yazarak divandaki şiirlere başladığı bu mesnevinin manasından anlaşılmaktadır. (Mazıoğlu, 1956: s.80) Sâki-nâme Fuzûlî Külliyatı içerisinde bulunup, Farsça Dîvân ile birlikte basılmıştır. Mesnevinin konusu rindane yaşam tarzının yerinel bir kurgulamasıdır. Şarap ve aşk sarhoş edicilikleri yönüyle birbirlerine benzetilmiştir. Yapıttaki şarap temi gerçek yaşamla bağlaşma gayesi taşımayan Tanrısal aşka giden yolun bir temsilcisi konumundadır. Bunun için eserde tasavvuf düşüncesinden söz etmek mümkündür.
İslam toplumları arasında manzum kırk hadis çevirilerinin en yaygın olduğu millet Türkler olmuştur. Hz. Muhammed’in kırk hadis ezberlemenin faziletine işaret etmesi bundaki en büyük etken olmuştur. Fuzûlî’den öncede kırk hadis çevirilerine rastlamak mümkündür. Kemâl Ümmî ve Nevaî bu şairlerdendir. Fuzûlî Hadîs-i Erbain Tercümesi’ni kaleme alırken kendinden önce yaşamış bu şairlerden Nevaî etkisinde kalmıştır. Eser manzum olup, Abdülkadir Karahan ve Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından çalışılmıştır. (Okuyucu, 2011: s.43; Karahan, 1953: s. 285-286)
Fuzûlî’nin İran şairi Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Ravzatü’ş-şüedâ adlı yapıtından yola çıkarak yazdığı eserdir. Eser konu olarak Kâşifî’nin eseriyle paralellik gösterirken Fuzûlî metin gövdesinin bazı yerlerine yerleştirdiği manzum parçalarla metnin akıcılığını sağlamaya çalışmıştır. Bu mensur eser peygamberlerin hayatlarında yaşadığı çileleri anlatmakla başlar, bunun ardından Dört Halife Dönemi’nde yaşananlardan bahsederek Hz. Ali ve iki oğlunun çektiği acılar anlatılır. Eser bu yönüyle özellikle Şiiler tarafından benimsenmiş, her muharrem ayında Hadîkatü’s-Süeda okunarak matem tutulmuştur. Hadîkatü’s-Süeda Türk edebiyatının en güzel maktel örneklerinden biridir. Eserin dili secili ve sanatlıdır; ancak bu anlatımın akıcılığını engellememiştir. Maktelin birçok nüshası çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Selahaddin Güngör, Faruk Gürtunca ve Servet Bayoğlu yapıt hakkında başlıca çalışma yapan kişilerdir. (Karayazı, 2007: s. 64-65)
Fuzûlî’nin bugün elde bulunup yayımlanan Türkçe mektuplarının sayısı beştir. Bunlar Nişancı Çelebizâde Mustafa Çelebi, Musur Mirlivâsı Ahmed Bey, Bağdat Valisi Ayas Paşa, Kadı Alâeddin ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın şehzadelerinden Bayezid’e gönderilmiştir. Mektupların ilk dördü Abdülkadir Karahan tarafından (Fuzûlî’nin Mektupları, İstanbul, 1948), diğeri ise Hasibe Çatbaş (Mazıoğlu) tarafından yayımlanmıştır (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C.VI, S.3, 1948). (Karayazı, 2007: s. 65) Mektuplar ve içeriklerinden kısaca bahsetmek gerekirse:
Fuzûlî Külliyatı içerisinde yer alan bu mektup, Kanuni’nin emriyle şaire bağlanan geçimliğin aksatılması ve zamanında ödenmemesi üzerine yazılmıştır. Bu mektup edebiyatımızdaki en güzel mektup örneklerinden biridir. Karahan mektup için: “Gerçekten istihza ve tariz kudretinin bir şaheseridir.” demektedir.
Sanatçıya desteklerini eksik etmeyen ve kendisine çeşitli yardımlarda bulunan Mirlivâ Ahmed Bey’e sunulan bir şükran mektubudur. Ahmed Bey’in mektubuna yanıt olarak sanatlı bir üsluba sahip olan bu mensur-nazım karışık mektup, Ahmed Bey ile Fuzûlî arasındaki dostluğun bir göstergesi gibidir.
Ayas Paşa’nın çocuğunun doğması üzerine yazılmış bir kutlama mektubudur. Türkçe kaleme alınmış manzum bölümleri Türk edebiyatı açısından önemlidir. Mektubun düz yazı bölümleri ise Arapça ve Farsça kaleme alınmıştır. Şair mektubunda valiye bağlılığını dile getirmektedir.
Türkçe, Farsça ve Arapça yazılmış manzum-mensur karışık bir mektuptur.
Fuzûlî’nin Kanuni’nin oğlu Bayezid’e yazdığı mektuptur. Mektuptan anlaşıldığına göre şair ve şehzade arasında daha önce de mektuplaşmalar yaşanmıştır. Fuzûlî uzun bir aradan sonra şehzadeden mektup almış ve ona Anadolu’ya taşınma arzusunu belirtmiştir. Bağdat’ı sıkıntı dolu bir kent olarak betimleyen Fuzûlî’nin, Anadolu topraklarına varma isteği hiçbir zaman gerçekleşememiştir. (Çatbaş, 1946: s. 139) Şehzade Bayezid Mektubu’na ve Hasibe Çatbaş (Mazıoğlu)’ın çalışmasına Ankara Üniversitesi Genel Ağ sayfasından ulaşılabilmektedir. (Mazıoğlu, AÜ e-dergi: web)
Araya Arapça manzûm parçalar da sıkıştırılmış Farsça küçük, mensûr, tasavvufî mâhiyetteki bu eser, birçok dîvân şâirinin karşılaştırdığı rind ve zâhid tiplerinin sembolleştirilmiş hikâyesidir. (İpekten, 1973: s. 51-52)
Zahit bir baba ile rint bir oğlun karşılıklı konuşmaları üzerine kurulmuş mensur bir yapıttır. Ancak yer yer manzum parçalara da yer verilmiştir. Yapıtta rintliğin ve zahitliğin aşırı tarafları eleştirilmiş, baba ve oğlun konuşmalarından ideal bir insan tipi oluşturulmaya çalışılmıştır. Fuzûlî hoşgörü, alçak gönüllülük gibi konularda rintliğin yanındadır. Bunun yanın da; o, dinin temel doktrinlerinin hükmü konusunda zahitle aynı safta yer almaktadır. Sonuç olarak ortaya hoşgörülü ve dinin temel kurallarına bağlı bir insan modeli çıkmaktadır. Yapıt Üsküdarlı Sâlim efendi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve bastırılmıştır. Ayrıca Köprülü’nün verdiği bilgiye göre 1275’te Tahran’da basılmıştır. Ancak Sâlim Efendi’nin çevirisi son derece ağır bir dile sahiptir, hatta manzum parçalar özgün hâliyle bırakılmıştır. Yapıtın sadeye yakın çevirisini ilk kez Edip Kürkçüoğlu yapmıştır. (Çatbaş, 1946: s. 71-72)
Fuzûlî’nin bir tabip kimliğiyle ve tıp bilgilerini göstermek üzere karşımıza çıktığı Farsça Sıhhat u Maraz risalesi, bazı küçük farklar görülse de hastalıkların sebeplerini insan bedenindeki kan, safrâ, sevdâ ve balgamın bileşimindeki uyumsuzlukla açıklayan dört unsura dayalı ahlât-ı erbaa (humoral patoloji) teorisine uygun tarzda yazılmış bir eserdir. (Eliaçık, 2010: s. 146) Bu mensur eserin bir diğer adı da Hüsn ü Aşk’tır. Yapıt genel olarak ruhun anlam ülkesinden çıkarak maddi değerlere yönelmesi böylece özünden uzaklaşması çevresinde yoğunlaşmıştır. Mevcut dönemin tıbbi bilgilerinin de ışığında ruhun esas olduğu kanıtlanarak insanın kurtuluşunun anlam dünyasında gizli olduğu söylenmektedir. Kısacası Sıhhat ü Maraz ruh-beden çelişkisini tıbbi bir örneklemde ele almaktadır.
Fuzûlî’nin bu eseri Fettâhî’nin Hüsn ü Dil adlı eserinden etkilenerek yazdığı düşünülmektedir. Kitabın İstanbul, Paris ve Londra kütüphanelerinde yazma nüshaları vardır. Yapıt Sefâretnâme-i Rûh adıyla M. Ali Nasih tarafından basılmıştır. Eseri, Lebib Efendi Türkçe’ye çevirmiş (1856, 1865), kitapçı Ahmed Hamdi de bunun sâdeleştirilmiş bir baskısını yapmıştır. Eser hakkındaki son çalışmalar ise Abdülbaki Gölpınarlı ve Hüseyin Ayan tarafından yapılmıştır.(Karayazı, 2007: s.70) Hüseyin Ayan’ın çevirisi Genel Ağ ortamında yayımlanmıştır. (Ayan: web)
190 adet Farsça muammanın bulunduğu ve manzum bilmeceler hakkında bilgi veren manzum bir yapıttır. Eserin Leningrad’daki külliyat yazması yayımlanmıştır. (Hâmit Araslı, Muamma Risalesi, Bakü 1946). Eserin Bursa’da da bir yazması bulunmaktadır. Bu yazma da yayımlanmıştır. (Kemal Edip Kürkçüoğlu, Risale-i Muammeyat-ı Fuzûlî, DTCF Dergisi, C.2, Ankara 1949, s.61-106)
Fuzûlî’nin ‘bilgi ve tabiat’ anlayışını aktardığı eseridir. Yapıt ile ilgili bilgileri Kâtip Çelebi (ö. 1067/1657)’den alabiliyoruz. Kâtip Çelebi yapıt hakkında şunları söylemektedir: “Yazar bu eserde itikâdî görüşlerini filozoflar ve imâmiyye mezhebine uygun bir şekilde ele almıştır.” “Matlau’l-İ’tikâd” adlı bu risâlesinin ön sözünde eserini şâirâne ifadelerle okuyucusuna takdim eden mütekellim Fuzûlî: “Ben eşyaya duygu ve akıl gözüyle baktım, onlar üzerinde tefekkür ve teemmül ayağıyla yürüdüm.” şeklinde risalesini tanıtmaktadır. Yapıt bir ön söz ve dört bölümden oluşmaktadır. (Altıntaş: s. 39-40) Yapıt hakkında Bakü’de Mehemmed Fuzûlî tarafından, Türkiye’de ise Tanci ve Ramazan Altıntaş tarafından çalışılmıştır. Altıntaş’ın çalışmasına Genel Ağ ortamında ulaşılabilmektedir. (Altıntaş: web)
Aşağıda Fuzuli tarafından yazılan gazel, kaside gibi şiirlerden bir seçki bulacaksınız. Kaynak: (İpekten, 2000)
MANA REDİFLİ GAZEL Yâ Rab hemîşe et lutfunı rehnümâ mana Gösterme ol tarîki ki yetmez sana mana Kat'eyle âşinâluğum andan ki gayrdur Ancak öz âşinâlarun et âşinâ mana Bir yerde sâbit et kadem-i i'tibârımı Kim rehber-i şeriîat ola muktedâ mana Yoh mende bir amel sana şâyet ah eğer A'mâlüme göre vere adlün cezâ mana Havf-i hatâda muztaribem var ümîd kim Lutfun vere beşâret-i afv-i hatâ mana Men bilmezem mana gereğin sen hakîmsin Men'eyle her ne gerekmez mana mana Oldur mana murâd ki oldur sana murâd Hâşâ ki senden özge ola müdde'â mana Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ mana Vezin: Mef'ûlü fâ'ilâtü mefâ'îlü fâ'ilün
SANA REDİFLİ GAZEL Ey bî-vefâ ki âdet olupdur cefâ sana Billah cefâdur olma demek bî-vefâ sana Geh nâz u geh kirişme vü geh işvedür işün Cânın sevenler olmasa yeğ âşinâ sana Min cân olaydı kâş men-i dil-şîkestede Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana Aşkunda mübtelâluğumı ayb iden sanur Kim olmak ihtiyâr iledür mübtelâ sana Ey dil ki hecre düzmeyüp istersin ol mehi Şükr et bu hâle yohsa gelür bir belâ sana Et gül gamunda eşk ruh-i zerdüm etti al Bildürdi ola sûret-i hâlüm sabâ sana Düşmez çü şâh kurbı Fuzûlî gedâlara Ol şehden iltifât ne nisbet mana sana Vezin: Mef'ûlü fâ'ilâtü mefâ'îlü fâ'ilün
SANA REDİFLİ GAZEL II Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrândur sana Hak bilür insân demez her kim ki insândur sana Vermeyen cânın sana bulmaz hayât-ı câvîdân Zinde-i câvid ana derler ki kurbândur sana Âlemi pervâne-i şem’-i cemâlün kıldı aşk Cân-ı âlemsin fedâ her lahza min cândur sana Âşıka şevkunla cân vermek sana müşkil degül Çün Mesîh-i vaktsen cân vermek âsândur sana Çıhma yârum giceler ağyâr ta‘nından sakın Sen meh-i evc-i melâhatsen bu noksândur sana Pâdişâhım zulm edüp âşık seni zâlim demiş Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtândır sana Ey Fuzûlî hûb-rûlardan tegâfüldür yaman Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsândur sana Vezin: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün
YÂ RAB REDİFLİ GAZEL Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab Dem-â-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab Çıharmak itseler tenden çeküp peykânın ol servün Çıhan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Rab Cefâ vü cevr ile mu'tâdem anlarsuz n'olur hâlüm Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab Demen kim adli yoh yâ zulmi çoh her hâl ile olsa Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Rab Fuzûlî buldı genc-i âfiyet meyhâne küncinde Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Rab Vezin: mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
Ol ki her sâ'at gülerdi çeşm-i giryânum görüp Ağlar oldı hâlüme bî-rahm cânânum görüp Eyleyen ta'yîn-i eczâ-yı müdâvâ derdüme Ter edüp cem' etmedi hâl-i perîşânum görüp Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar Hîç bir rahm eylemezler dâğ-ı hicrânım görüp Dut gözin ey dûd-ı dil çarhun ki devrin terkedüp Kalmasun hayretde çeşm-i gevher-efşânum görüp Peyrev-i hurşîd sanman yerde kim devr-i felek Yere urmuş afitâbın mâh-ı tâbânum görüp Suda aks-i serv sanman kim koparup bâğbân Suya salmış servini serv-i hırâmânum görüp Ey Fuzûlî, bil ki ol gül -ârızı görmiş degül Kim ki ayb eyler menüm çâk-i girîbânum görüp Vezin: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün
YAZMIŞLAR REDİFLİ GAZEL Ezel kâtibleri uşşâk bahtın kare yazmışlar Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar Havâs-ı hâk-ı pâyün şerhini tahkîk eden merdüm Gubâr ilen beyâz-ı dîde-i hun-bâre yazmışlar Gülistân-ı ser-i kûyun sıfâtın bâb bâb ey gül Hat-ı reyhân ile cedvel çeküp gülzâre yazmışlar İki satr eyleyüp ol iki mey-gûn la’ller vasfın Görenler her birin bir çeşm-i gevher-bâre yazmışlar Girüp büt-hâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksüz Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâre yazmışlar Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî Mana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd Fuzûlî adını gördüm ser-i tûmâre yazmışlar Vezin: Mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
VAR REDİFLİ GAZEL Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var N’ola kan dökmekde mâhir olsa çeşmüm merdümi Nutfe-i Kâbildür ü gamzen kimi üstâdı var Kıl tefâhur kim senün hem var menüm tek âşıkun Leylî’nün Mecnûn’ı Şîrîn’ün eğer Ferhâd’ı var Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle Derde yoh sabrı anun her lahza min feryâdı var Öyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur Her kimün kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var Gezme ey gönlüm kuşı gâfil fezâ-yı ışkda Kim bu sahrânun güzer-gâhında çok sayyâdı var Ey Fuzûlî aşk men’in kılma nâsihden kabûl Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var Vezin: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün
Âşiyân-ı murg-i dil... (Gazel) Âşiyân-ı murg-i dil zülf-i perîşânundadur Kande olsam ey perî gönlüm senün yanundadır Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur Çekme dâmen nâz edüp üftâdelerden vehm kıl Göklere açılmasun eller ki dâmânundadur Gözlerüm yaşın görüp şûr itme nefret kim bu hem Ol nemekdendür ki la’l-i şekker-efşânundadur Mest-i hâb-ı nâz ol cem’ et dil-i sad-pâremi Kim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur Bes ki hicrânundadur hâsiyyet-i kat’-ı hayât Ol hayât ehline hayrânem ki hicrânundadur Ey Fuzûlî şem’ veş mutlak açılmaz yanmadan Tâblar kim sünbülinden rişte-i cânundadur Vezin: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün
Meni cândan usandırdı... (Gazel) Meni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân Niçün kılmaz mana dermân meni bîmâr sanmaz mı Gamum pinhân dutardum men dediler yâre kıl rûşen Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı Şeb-i hicrân yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum Uyarur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı Degüldüm men sana mâ’il sen etdün aklumı zâ’il Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı Fuzûlî rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı Vezin: Mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün mefâ'îlün
Bk. Usanmaz mı matlalı bu gazelin tahlili
Su Kasidesi – Kasîde der-Na't-ı Hazret-i Nebevî Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su Zevk-i tîgünden aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ile bıragur rahneler dîvâre su Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gül-zâra su Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kare su Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânum nola Zâyi' olmaz gül temennâsıyla viemek hâre su Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgün dirîğ Hayrdur vermek karanu gicede bîmâra su İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin et Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün are su Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi Nitekim meste mey içmek hôş gelür hûşyâre su Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr Âşık olmış gâlibâ ol serv-i hôş,-reftâre su Su yolın ol kûydan toprag olup dutsam gerek Çün rakîbümdür dahi ol kûya koyman vare su Dest-bûsı arzûsıyla ger ölsem dôstlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su Serv ser-keşlük kılur kumrı niyâzından meger Dâmenin duta ayağına düşe yalvare su İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budağınun mizâcına gire kurtare su Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâre su Seyyid-i nev'-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür mu'cizâtı âteş-i eşrâre su Kılmağ üçün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnakın Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su Mu'cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffâre su Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ Barmağından virdüği şiddet güni Ensâr'e su Dôstı ger zehr-i mâr içse olur Âb-ı Hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz El sunup urgaç vuzû' içün gül-i ruhsâre su Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su Zikr-i na'tun virdini dermân bilür ehl-i hatâ Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâre su Vezin: Fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün
Not: Su Kasidesi’nin matla beytinin şerhi için tıklayınız.
Not: Fuzûlî hakkındaki en kapsamlı bibliyografya çalışmalarından biri Esma Şahin tarafından yapılmıştır. Çalışma ayrıca genel ağ ortamında da mevcuttur.
ACAROĞLU, M. Türker (1956), Edebî Eserler Sözlüğü: Seçme 200 Eser, c.1, İstanbul.
ALTINTAŞ, Ramazan, Fuzûlî’de (ö. 963/1556) Bilgi ve Tabiat Anlayışı, Cumhuriyet Üniversitesi.
—————————-, web: http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/331.pdf
AYAN, Hüseyin, web: http://www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s1/2hayan.pdf
BANARLI, Nihâd Sami (1985), Kültür Köprüsü, Kubbealtı Yayınevi: İstanbul.
—————— (2004), Türkçenin Sırları, Kubbealtı Yayınları.
ÇATBAŞ, Hasibe (1946), Fuzuli’nin Bir Mektubu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c. 6, S: 3.
DERDİYOK, Çetin (2002), Prof. Dr. Cem Dilçin, Fuzuli Divanı Üzerine Notlar (Studies on Fuzuli’s Divan), Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S.2, Doğu Akdeniz Üniversitesi Yayınları.
DİLÇİN, Cem (1991), Fuzûlî’nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi, Türkoloji Dergisi, c.9, S.1.
ERDOĞAN, Ayhan (2010), Fuzûlî’nin Arapça Divanından İki Kasidenin Edebi Tahlili, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S: 29 (Bahar 2010).
ELİAÇIK, Muhittin (2010), Fuzûlî’nin Sıhhat u Maraz’ında Ahlât-ı Erbaanın İşlenişi ve Bir Tıp Eseri Terceme-i Hulâsa-i Tıb İle Mukayesesi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.27.
FUZÛLÎ, Muhammed b. Süleyman (1961), “Matlau’l-İ’tikâd fî Ma’rifeti’l- Mebde’i ve’l-Meâd, (tahk. Muhammed b. Tâvîtet-Tancî), çev. E. Coşan-K. Işık, Ankara.
GÜLER, Zülfi (2011), Fuzûlî Divanı’na sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî), Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.7.
İPEKTEN, Halûk (2000), Fuzuli: Hayatı, Sanatı, Eserleri, Akçağ Basımevi, Ankara.
——————- (1973), Fuzulî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Ankara, Atatürk Üniversitesi Yayınları.
KARAHAN, Abdülkadir (1996), TDV İslam Ansiklopedisi, Fuzûlî maddesi, c.13, TDV, İSAM Araştırma Merkezi.
——————- (1989), Fuzûlî Muhiti, Hayatı, ve Şahsiyeti, K.B. Yay, Ankara.
——————- (1953), Kırk Hadîs Tercümelerine Umumî Bir Bakış ve Ankaralı İsmail Rüsûhî’nin “Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn”i, İÜ Türkiyat Mecmuası, c.X.
KORTANTAMER, Tunca (2007), Su Kasidesi’nin Dili Üzerine, Ege Ü. Edebiyat Fak. Yay., İzmir, 2007.
Kültür Bakanlığı e-Kitap Sistemi, Fuzûlî, web.
MAZIOĞLU, Hasibe (1997), Fuzûlî Üzerine Makaleler, TDK Yay. Ankara.
——————– (1956), Fuzûlî-Hâfız: İki Şair Arasında Bir Karşılaştırma, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları.
——————– (1956), “Fuzûlî’nin Farsça Divanı ile İlgili Araştırmalar”, AÜDTCF Dergisi, c. XIV, sy. 1-2, s. 73-85.
M.,H., AÜ e-Dergi:http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1054/12739.pdf
MENGİ, Mine (2008), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ: Ankara.
——————– (1996), Fuzûlî Kitabı, 500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu Bildirileri , İstanbul: http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/11.php#_ftn1
NAYIR, Yaşar Nabi (1991), Fuzuli, Varlık Dergisi, S.1000-1011.
OKUYUCU, Cihan (2011), XVI. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Açıköğretim Fakültesi Yayını.
ÖZDEMİR, Hikmet (2012), Tüm Zamanların Şairi: Fuzûlî, Türkiye Dil ve Edebiyat Dergisi, web: http://www.tded.org.tr/images/logo/x/fuzuli.pdf
SAİD, Raide (1983), “Fuzulî’nin Farsça Divanı: İnceleme-Transkripsiyonlu Metin”, Doktora Tezi, Bakü Devlet Üniversitesi.
SELÇUK, Bahir (2005), Fuzûlî’de Gözyaşı, EKEV Akademi Dergisi, S.5.
——————–(2007), Fuzûlî’de Melamet Kavramı, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.16, S. 2.
ŞAHİN, Esma (2007), Klasik Türk Edebiyatında Biyografi Literatürü: Fuzûlî, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C.5., S.9.
TANCİ, M. Tavit (1962), Matlau’l-İ’tikad fi Ma’rifeti’l-Mabda’i ve’l-Ma’ad Makaddimesi, çeviri: Esat Coşan ve Kemal Işık, Türk Tarih Kurumu, Ankara, s.XII.
Toronto Üniversitesi Fuzûlî Dîvânı Genel Ağ Erişimi, 2012-11-5, web: http://archive.org/details/divanfuzuli00fuzuuoft
VANLIOĞLU, Mehmet (1997), Beng ü Bâde ve Muhtevası, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.3, Konya.
YAVUZ, Kemal (2005), Leylâ ile mecnûn Hikâyesinin Edebiyattaki Yeri, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, S.4
YILDIRIM, Ali (2004), “Fuzûlî’nin Beng ü Bâde Mesnevisi ve Bâde Sembolü” F.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi C. 14, S.2, Elazığ.
YÜKSEL, Sedit (1972), Sohbetü’l-Esmâr Fuzûlî’nin Değildir, Türkoloji Dergisi, S.s, s.115-136.
Bu makale eğitim amaçlı olarak Ensar KILIÇ (2014) tarafından yazılmıştır.
APA 7 Atıf Sistemi, Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychological Association) tarafından geliştirilen bir kaynak gösterim… Daha Fazla
Brezilya’dan Japonya’ya İnsan Manzaraları, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların hayatlarını, kültürlerini ve hikâyelerini bir araya getiren… Daha Fazla
10. Simit Çay Edebiyat Etkinlikleri Şiir Yarışması, dünyanın dört bir tarafından ve farklı geçmişlerden gelen… Daha Fazla
Tarih, edebiyat ve kurmaca kavramları birbirleriyle derin bir ilişki içinde olan, ancak her biri farklı… Daha Fazla
Tatilde deniz suyunun sıcak olmasını tercih edenler için Türkiye, birbirinden güzel plajları ve sıcak deniziyle… Daha Fazla
Emir Timur, Türk kökenli büyük bir savaşçı ve devlet adamıdır. Bununla birlikte, etnik geçmişinde Moğol… Daha Fazla