Nedim, 18. yüzyıl Osmanlı Sahası Türk Edebiyatı’nın, Lale Devri ve şarkı türünün en büyük şairi olmasının yanı sıra, divan şiirine getirdiği yenilikler ve kendine has üslubu sayesinde divan edebiyatının da en ünlü şairlerinden biridir. Şarkı türüyle özdeşleşmiştir. 17. yüzyılın son çeyreği ile 18. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan şairin, asıl adı Ahmed’dir. Eserleri Divan, Sahâifü’l-Ahbâr Tercümesi ve Aynî Tarihi Tercümesi’dir. Nedim’in edebî kişiliğini maddeler hâlinde kısaca açıklarsak:
Nedîm, Lâle Devri’nin sona ermesi ile ortaya çıkan kargaşada rivayete göre kaçarken bir evin çatısından düşerek ölmüştür.
Bu makalenin künyesi: Keskin, Ümit (2014). “Nedim: Lâle Devrinin Büyük Şairi, Şarkı Türünün Üstadı”, Simit Çay Akademik, Balıkesir.
Nedim’in doğum tarihi tam olarak bilinememektedir. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1680, bazı kaynaklarda ise 1681 olarak geçmesine rağmen, 1681 yılında doğmuş olduğu konusunda çoğu kaynak ortak görüş bildirmektedir. İstanbullu olduğu, hatta Beşiktaş’a yakın Tekerlek Mustafa Çelebi Mahallesi’nde evinin bulunduğu, İbrahim Çelebi adında bir zatın kızı olan Ümmügülsüm Hanım ile evlendiği bilinmektedir. Ayrıca annesi Saliha Hatun tarafından soyunun Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) döneminde yaşamış, Mevlevi Tarikatı’na mensup bir aileye kadar ulaştığını şairin kendi ifadelerinden öğreniyoruz:
Fahriken ecdâd ma ol âsitânın hizmeti Hazret-i Sultân Ebü’l-fethin zamânından beri
Ahmet Refik’in çeşitli kaynaklardan yararlanarak ortaya koyduğu Nedim’in soy kütüğü, Ali Canip Yöntem’in araştırmalarıyla daha belirgin hâle gelmiştir. Tespit edilen bu soy kütüğüne göre, Nedim’in babası kadılıklarda bulunmuş Mehmed Efendi, dedesi ise Sultan İbrahim devri (1640-1648) kazaskerlerinden Merzifonlu Mustafa Muslihüddin Efendi’dir. Kazasker Muslihüddin Efendi, bazı kötü alışkanlıklarından ötürü ulema ve halk tarafından sevilmediği için, kendisine çirkin lakaplar takılmış, Mülakkab Mustafa Efendi diye tanınmıştır. Kötü bir şöhret sahibi olan Muslihüddin Efendi, “mülakkab” lakabını Nedim’e miras bırakmıştır. Nedim’i eleştiren çağdaşları, Osmânzâde Tâib gibi bazı şairler, ondan zaman zaman “mülakkab-zâde” diye bahsetmişlerdir. Annesi Saliha Hatun ise İstanbul’un fethinden itibaren devlet hizmetinde bulunan Karaçelebizadeler ailesindendir.
Ahmed Nedim, kültürlü bir ailenin çocuğudur. İyi bir öğrenim görmüş, devrin büyük hocalarından ders almış, döneminin klasik ilimlerini, Arapça ve Farsçayı, bu dillerin dil ve edebiyatlarını, bu dillerde şiir yazacak kadar öğrenmiş, medreseyi bitirmiştir.
Tahsilini tamamladıktan sonra, Şeyhülislam Ebezâde Abdullah Efendi’nin de bulunduğu bir jüri tarafından yapılan “mihekk-i tecrübe-i ulemâ” sınavında başarılı olarak hariç medresesi müderrisliğini elde etmiştir. Söz konusu edilen sınavın tarihi kesin olarak bilinememektedir. Ancak, Ali Canip Yöntem, Nedim’in başarıyla geçtiği sınavın, Ebezâde Abdullah Efendi’nin görevde bulunduğu 1707-1713 tarihleri arasına rastladığını belirtir. Bu tarihler, aynı zamanda, Sultan III. Ahmet’in saltanatı dönemine (1703-1730) rastlar. Bu sırada Ali Paşa, III. Ahmet’in on birinci sadrazamı olarak göreve getirilmiştir (1713).
Nedim, Divan’ındaki en eski tarih manzumesini -ki en eski tarih manzumesi 1702 (H. 1114) tarihini gösteriyor- yahut İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın “I. Mahmud’un tevellüdüne şair Nedim’in tarihi” ifadesiyle verdiği tarihi (H. 1108/1896) dikkate alırsak, artık çıraklık safhasını aşmış bir şairdir. Şehid Ali Paşa’ya üç kaside sunan Nedim’in ilk kasideleri, Paşa’ya sunduğu bu kasidelerdir. Bu bakımdan,
Başlayıp cûşişe tab’ımda mezâyâ-yı suhan Mevc-hîz oldu yine lücce-i deryâ-yı aden Gâhî sehâb-ı seyf ki hükmün revân verir Ezhâr-ı bâğ-ı mülke su yerine kân verir
matlalı kasidelerde Nef’î’nin gür sesinin yankılarını taşıyan beyitler vardır. Bu kasidelerinde Nedim, durumunu Paşa’ya arz ederek yardım ummaktadır. Ali Paşa’ya pek çok kaside sunan Nedim, beklentilerine ulaşamamış, Paşa’dan ilgi ve yardım görememiştir.
Ali Paşa, 1716’da Petervaradin’de şehit düşmüştür. Ali Paşa’nın şehadeti üzerine, yerine Halil Paşa getirilir. Nedim’in Halil Paşa’ya herhangi bir kaside sunmadığını görüyoruz. Bu sırada İbrahim Paşa’nın yıldızı parlamaktadır. 1716 yılında İbrahim Paşa, mirahurluğa ve ardından rikâb-ı hümayun kaim-makamlığına atanır.
İbrahim Paşa, Ali Paşa’nın şehadetinden sonra geride kalan nikâhlısı Fatma Sultan’la evlenerek padişaha damat olur ve 1718 tarihinde de sadrazamlık makamına getirilir. Bu tarih, Türk tarihinde Lâle Devri olarak anılan kültür, sanat, eğlence hayatının ve imar faaliyetlerinin zirveye ulaştığı dönemin başlangıcıdır. Artık Damat İbrahim Paşa’nın hemen her faaliyeti Nedim’in dikkatini çekmektedir. Şair, kıta ve kasideler sunarak, her fırsatta hamisine bağlılığını açığa vurmuş, İbrahim Paşa’ya çeşitli şiirler sunarak kendini Paşa’ya tanıtmıştır.
İbrahim Paşa da Nedim’i padişah III. Ahmet’e tanıtmıştır. Padişahla tanıştıktan sonra Nedim’in yıldızı parlamış, gerek müderrislik, gerekse sanat hayatının en verimli dönemini, III. Ahmet’e ve Damat İbrahim Paşa’ya yakın olduğu, tarihte Lâle Devri (1718-1730) olarak bilinen bu dönemde yaşamıştır. İbrahim Paşa’yı takdir eden, öven tek şair Nedim değildir. Ancak o, bu şairlerin başında gelmiş ve bu şairlerin en başarılısı olmuştur. Bir yandan İbrahim Paşa’nın faaliyetlerini şiirleriyle överken, diğer yandan da Lâle Devri’nde Damat İbrahim Paşa’nın teşekkül ettirdiği tercüme heyetlerinde yer alarak, hamisinin her hamlesine destek vermiştir.
Nedim’in, tahsil hayatının bitiminde, hariç medresesi müderrisliğine tayin edildiğini daha önce ifade etmiştik. Nedim, aynı zamanda Damat İbrahim Paşa’nın kütüphane memurluğunu da yapmıştır. İstanbul’un çeşitli medreselerinde müderrislik yapan şair, daha sonra Mahmud Paşa Mahkemesi naipliğine getirilmiştir. Müderrislik mesleğinde çok çabuk ilerlemiş, 1726’da Molla Kırımî Medresesi’nde, 1728’de Nişancı Paşa-yı Atik Medresesi’nde görev yapmış, 1729’da Sahn Medresesi müderrisliğine yükseltilmiştir. 1730’da Sekban Ali Paşa Medresesi müderrisi iken Patrona Halil İsyanı patlak vermiştir.
İsyan sırasında Nedim’in akıbetinin ne olduğu hususunda, devrin kaynaklarında değişik bilgiler vardır. Râmiz Tezkiresi’nde şairin, söz konusu isyanı takip eden günlerde “illet-i vehime”den, yani ayaklanmadan korkarak korku hastalığına tutulduğu için veya içkiye düşkünlüğü nedeniyle titreme hastalığından öldüğüne dair bilgiler kayıtlıdır. Hatta Nedim’i , “damdan dama atlarken düşüp ölen şair” diye tanımlayarak, şairin belki de anne ve babasından, dedesi Mülakkab Muslihüddin Efendi’nin linç edilerek öldürülmesine dair dinlediği hikâyelerin, onun şair mizacında yarattığı met ve cezirleri göz ardı edenler az değildir.
Güvenilir biyografi müelliflerinden Müstakimzâde Süleyman Sâdeddîn, ihtilal esnasında devlet büyüklerinin görevden alınması ve onlara yakın olanların tutuklanıp evleri yağmalanırken, Nedim’in öldürülme korkusuyla evinin damına çıktığını ve damdan dama atlarken düşerek öldüğünü yazar. Bu acı akıbet, şairin belki de son bir kurtuluş ümidiyle evinin damına çıktığını veya linç edilerek öldürülen dedesi Mülakkab Muslihüddin Efendi’nin yaşadığı tecrübenin tekrar edilmesine imkân vermemek için ölümü tercih ettiğini akla getirmektedir. Ancak kesin olan bir şey vardır, o da şairin ihtilal sırasında öldüğüdür.
Yine bu vesikadan, Nedim’in ölümünden sonra geride kalan kızı Lebâbe’ye, İbrahim Çelebi’nin (Nedim’in kayınpederi) vasi tayin edildiğini öğreniyoruz. Nedim’in Rukiye, Hamîde ve Ayşe adlı üç kız kardeşinin bulunduğu, Abdurrrahman Şeref adlı amcasının da şair olduğu kaynaklarda geçmektedir. Şairin terekesine dair “kassam hücceti sureti”, 15 Rebiülahir 1143/28 Ekim 1730 tarihinde düzenlendiğine göre, bu tarihten önce öldüğü açıktır.
Nedim’in kabri bugün Üsküdar’da, Selimiye civarındaki Karacaahmet Mezarlığı’nın, Miskinler kısmındadır. Mezar kitabesinde ölümüne düşürülmüş şu tarih beyti yazılmıştır:
Revâ ola düşerse fevtine işbu du’â târih Nedim ola Nedim-i şâh-ı ceyş-i enbiyâ yâ Rabb (1143/1730)
Ey Nedim, ey bülbül-i şeydâ niçin hâmûşsun Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi
beyti yazmaktadır.
Nedim, gazelde hikemî tarzın büyük temsilcisi Nâbî’nin, kasidede Nef’î’nin etkisinin revaçta olduğu bir dönemde, şiir dünyasına ilk adımını atmış, çok geçmeden Nedimane denilen şuhane gazellerle yeni bir tarz geliştirmiştir. Bu tarzın esasını; söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve Nedim’e özgü eda oluşturur. Kendisi de bir gazelinde;
Ma’lûmdur benim suhanım mahlas istemez Fark eyler onu şehrimizin nüktedânları
diyerek orijinal bir üslup sahibi olduğunu ifade etmiştir. Tamamen farklı bir mecrada, yeni bir şiir tarzı oluşturmasına rağmen, Nedim Divanı’nda, Nâbî’yi hatırlatan mısra, beyit ve hatta şiirlerle karşılaşırız. Yine Nedim Divanı’nda “tevârüd ve teşâbih” vadisinde Nef’î’ ye yakın ve benzer surette söyleyişlere rastlamak mümkündür.
Nedim, kendisi hakkında bilgi veren kaynaklardan ve şiirlerinden anlaşılacağı üzere, coşkun yaradılışlı bir insandır. Onun şiirinde zevk, neşe ve coşkunluk vardır. O, üzüntü, acı ve kederi şiirine sokmamıştır. Coşkun, ateşli yaradılışından gelen isteklerini ve duygularını olduğu gibi söylemekten çekinmemiş, bu yüzden de samimiyeti eleştirilmiş, hatta şiirleri müstehcenlikle suçlanmıştır.
Bulduğu bir imajı veya hoşuna giden benzetme unsurlarını tekrar tekrar kullanır. Onun asıl kudreti, dili kullanmadaki ustalığında saklıdır. Konuşma dilinden gelen söyleyişleri kullanmadaki dehası ve ahengi sağlamadaki titiz işçiliği onu çağdaşlarından ayırır. Kafiye, redif ve vezin kullanımındaki başarısı, şiirlerinde ritmik akışkanlığın sağlanmasında etkili olmuştur. Redif ve kafiye kullanımında geleneğe bağlı olan şairin, ara sıra Türkçe kelime ve eklerle yaptığı kafiyedeki doğallık, daha önceki şairlerde az rastlanan bir özelliktir.Nedim, aruzun musikisini yakalayan ve şiirinde adeta bir ahenk unsuru olarak kullanan divan şairlerinden biridir. Şiirlerinin bestelenmeye elverişli bir yapısı vardır. Onun için şairin yaşadığı dönemden başlayarak musammatları ve gazelleri bestelenmiştir.
Nedim, divan şiirinde Necâtî’yle belirginleşen, Bâkî ve Şeyhülislam Yahyâ gibi şairlerin eserlerinde mükemmelleşen mahallîleşme deneyiminin, 18. yüzyıldaki en büyük temsilcisidir. Onun şiirlerinde halk edebiyatına yakınlaşması, İstanbul hayatından sahneler sunması, gerçek hayattan alınan unsurları kullanması, günlük dilden gelen konuşma kalıplarının yanı sıra atasözü ve deyimlere yer vermesi, yerlilik arzusunu gösteren unsurlar olarak görülmektedir. Nedim bu unsurları önceki dönem ve şairlere nazaran daha çok ve ustaca kullanmıştır. O, Bâkî’nin şiir diline soktuğu İstanbul şivesini, şiir dili hâline getirmiştir.
Bilindiği gibi, 18. yüzyılda halk ve divan şiiri arasında nispi bir yakınlık söz konusudur. Divanlarda hece vezniyle yazılmış şiirler yer aldığı gibi, halk şairlerinin de divan şiirinin estetik ve hayal dünyasına yakın şiirler söyledikleri bilinmektedir. Nedim Divanı’nda hece vezniyle yazılmış iki koşma mevcuttur. Bu koşmalardan ilk tespit edileni ve “Nedim’in türküsü” diye meşhur olanı;
Sevdiğim cemâlin çünkim göremem Çıkmasın hayâlin dil-i şeydâdan Hâk-i pâye çünki yüzler süremem Alayım peyâmın bâd-ı sabâdan
dörtlüğüyle başlar.
Nedim’in bu koşması, ondan önce de başka şairlerin hece ölçüsüyle şiirler yazdıkları bilinmediğinden gereğinden fazla abartılmış, şairin yenilikçi kimliğini vurgulamak için bir gerekçe oluşturmuştur. Aslında bu, sadece 18. yüzyıla özgü bir durum değildir. Fakat Nedim’den önce divan şairlerinin hece ölçüsüyle şiir yazdıkları bilinmediğinden, “Nedim’in türküsü” diye meşhur olan koşma, şairin yenilikçi kimliğini vurgulamak için gereğinden fazla abartılmıştır. Artık, bugün hece ölçüsüyle şiir söyleyen ilk divan şairinin Nedim olmadığı, ondan önce ve sonra değişik arayışlar içerisinde olan pek çok şairin, benzer tecrübelere giriştiği bilindiğinden, Nedim’in koşmaları da istisna olmaktan çıkmıştır.
18. yüzyılın başlarında, özellikle İbrahim Paşa’nın gayretleriyle oluşturulan barış ve istikrar döneminde, imar faaliyetleriyle birlikte, eğlence hayatıyla ilgili mekânların ve mesire yerlerinin de yeniden düzenlendiği bilinmektedir. Düzenlenen helva gecelerine, Sa’dâbâd eğlencelerine devlet ricalinin yanı sıra, şairlerin de katıldığı eserlerinden anlaşılmaktadır. İstanbul’un eğlence ve mesire yerlerinin şiirlere konu olması, 18. yüzyılda başlamaz. Fakat Nedim, devraldığı bir geleneği daha canlı, değişik sahneler ve tipleri öne çıkararak devam ettirir. Ayrıca Nedim, devrin diğer şairleri gibi, İbrahim Paşa’nın İstanbul ve Nevşehir’de yaptırdığı çeşme ve sebillere, han ve kervansaraylara, hamamlara, köşklere manzum tarihler düşürmüştür.
Onun şiirlerinde bütün olayları, güzellikleri ve canlılığıyla o devir İstanbul’unun birçok özelliğini bulmak mümkündür. Bu bakımdan Nedim, İstanbul’u ve Lâle Devri’ni bütün gerçeklik ve canlılığıyla şiirlerinde yaşatan şairdir. Ona, “İstanbul ve Lâle Devri şairi” demek, yerinde olur. İki kaside nesibinde bu şehri konu ettiği gibi, o devrin gezinti ve eğlence yerlerini (Haliç, Kâğıthane, Göksu vb. yerleri) şiirine ustaca sokmuştur.
Nedim, Osmanlı şairleri arasında devriyle birlikte anılan, hatta özdeşleşen müstesna şairlerdendir. 1718-1730 yılları arasına rastlayan ve “Lâle Devri” olarak adlandırılan bilim, kültür, imar, zevk ve eğlence döneminde sanat hayatının en parlak devrini yaşayan Nedim, döneminin öteki şairleriyle birlikte, bütün olayların içinde olmuş, İbrahim Paşa’nın nedimi olarak devlet büyüklerinin toplantılarına girmiş, eğlencelere katılmış, bu âlemlerden payına düşeni almış, aynı zamanda bu toplantıların aranan şairi olmuş ve şiirleriyle eğlencelere neşe ve coşkunluk katmıştır. Divan’ındaki kaside, gazel, musammat ve şarkılarıyla İstanbul’u, devrin olaylarını ve eğlencelerini ustaca yaşatmıştır.
Damat İbrahim Paşa’nın, Osmanlı kültür ve sanat hayatında gerçekleştirmeye çalıştığı her hamleye Nedim şiirleriyle, Itrî besteleriyle, Levnî mücessem nakışlarıyla katkıda bulunmuşlardır.
Nedim, her yönüyle devrinin adamıdır. Şairin mütebessim çehresini, o devrin ruhumuza gerdiği sisli perdenin arkasından, ama sadece şiirlerine yansıdığı kadarıyla görürüz. Onun şiirlerinde Türkçemizin nabız atışlarını duyar, Osmanlı zevk ve yaşama üslubunun nahif çizgilerini buluruz.
Nedim’in şiirlerinde, önceki asırların şairlerinde görülen tasavvufi derinlik ve zihnî tasarruflara dayalı ustalık merakı yoktur. O, şiirlerinde, sanki her şey kendiliğinden olmuş izlenimi verir. Bu durum, onun nazirelerinde, tahmis ve taştirlerinde daha açık biçimde görülür. Onun şiirlerinde kısmen Sebk-i Hindî etkisi de görülür. Nedim’de ıstırap ve tasavvuf görülmemesine rağmen, dış dünyaya ait hayallerin zenginliği dikkat çeker.
Bunlar, çok okunan, beğenilen ve son derece başarılı kasidelerdir. Böyle olmakla birlikte, yine de Nedim bir kaside şairi sayılmaz. Daha çok gazel ve şarkılarıyla tanınır. Usta şair, 13 yıllık zevk ve eğlence devrini bu şiirlerinde dile getirir. Onun gazel ve şarkılarının konusu genellikle aşk, sevgili ve şaraptır. Nedim maddi aşkı işlemiştir. Sevgilileri maddi varlıkları hissedilen güzellerdir. Onun şiirlerinde işlediği aşk sürekli ve ciddi olmaktan çok, geçici bir eğlence olarak görülür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, hele büyük şairlerin çoğunda görülen tasavvufi aşka Nedim büsbütün yabancıdır. Şarkılarında da neşeli ve coşkulu olan şair, yaşadığı devrin güzelleri ve güzelliklerini şarkılarına konu etmiştir. Nedim, şarkının konusunu genişletmiş, edebiyatımızın en usta ve en çok örnek veren “şarkı şairi” olmuştur.
Nevâyî’nin bir gazelini tanzir etmiş ve ayrıca Çağatayca üç beyitli bir manzume söylemiştir. Râzî, Neşâtî Dede ve Tıflî’nin gazellerine tahmis; Nedim-i Kadîm ile İzzet Ali Paşa’nın şiirlerine taştir yazmış; Enverî, İbrahim Paşa ve Sultan Ahmet’in mısra ve beyitlerini tazmin etmiştir. Ayrıca “gibi” redifli kasidesinde, İran şairlerine adeta meydan okuyan Nedim, Türk şairlerinden kasidede Nef’î’yi; gazelde Bâkî ve Şeyhülislam Yahyâ’yı; mesnevi tarzında Atâyî’yi ve rubaide ise Hâletî’yi beğendiğini söylemiştir.
Özellikle ilk kasidelerinde, Nef’î etkisine sonuna kadar açık olan Nedim, gazelde de kendisini Bâkî’nin mirasçısı saymıştır. Döneminin şairlerinden Ârif Efendi, İzzet Ali Paşa ve Râzî gibi şairlere birer beytinde yer vermiştir. Devrin diğer şairleri ile birlikte, Nedim de “Nâmî” mahlasıyla şiirler söyleyen Safevî elçisi Murtazakulı Han’a nazireler söylemiştir.
O, yenilikçi, kalıpları yıkan ve değiştiren kimlik ve üslubuna rağmen, bu tecrübelere ve Divan Edebiyatı’nın kaynaklarına kayıtsız kalmamıştır. Hasibe Mazıoğlu’nun deyimiyle; “onun divan şiirine getirdiği yenilik, asırlarca süren dağınık tecrübelerin zaferidir.”.
Gönlünün “nâşâdlığından” şikâyet ile divan yapraklarını yakar diye şiirlerini tertip etmediğini söyleyen Nedim’in, derin ıstırapları duyuran beyitleri de bulunmakla birlikte, daha çok yaşadığı devir gereği, zevk ve eğlenceyi terennüm ettiği görülür. İnce zekâsının, zengin hayalinin mahsulü tevriyeler ve mübalağalar ile meydana getirdiği nükteler, zahitler ile zarif alayları, bu neşeli havayı canlandırıp beslemiştir. Kendini avcıya, yeni manaları ahuya, sırma saçlı sevgilileri avare kumruya, vahşi şahine, onların boylarını fıskiyeye benzetmesi ve başka teşbihleri ile dikkati çeken büyük bir şairdir.
Bunda, divan şiirini yerli bir havaya sokmasının etkisi vardır. O, tekke-tasavvuf muhitleri gibi nispeten kapalı bir yapı içinde eserini vererek, özellikle sözlü gelenekte etkisini sürdüren Nesîmî, Yunus Emre ve Niyâzî-i Mısrî gibi kabul görmüş şairler istisna edilirse, soluğu her dem taze şairlerin başında gelir. Sadece yaşadığı zaman itibariyle değil, eserleriyle de bize diğer divan şairlerinden daha yakındır.
Sâlim Tezkiresi (1134/1722)’nde Nedim’in “tâze-zebân” sıfatıyla nitelendirilmesi, dikkate değer bir husustur. Safâyî’den başlayarak, Nedim’in biyografisini veren bütün kaynaklar, onun Divan Edebiyatı’nın önde gelen şairlerinden biri olduğunu vurgularlar. Râşid ve Âsım gibi 18. yüzyılın iki büyük tarih yazıcısı ve şairi, Nedim’i takdir etmekle kalmayıp şiirlerini tanzir etmişlerdir.
Nedim, 18. Yüzyıl Türk Edebiyatı’nda yeni bir çığır açmış, coşkun ve ateşli yaradılışından gelen istek ve heyecanlarını samimi bir dille ifade etmiş, daha önce edebiyatımızda görülmeyen şuh gazellerin en iyi, en ustaca örneklerini vermiştir. O, yukarıda da anlattığımız özellikleri ile edebiyatımızda “Nedimane Söyleyiş”, “Nedim Okulu” denilen şiir tarzının kurucusu olmuştur. Nedim’in üzüntüden, dertten uzak bir dünya görüşüyle şen, neşeli ve coşkun söyleyiş biçimi, kendi döneminde ve kendinden sonra büyük ilgi görmüş, onu edebî ekol sahibi yapmıştır.
O, divan şiirinin var olan kalıp ve özelliklerini, kendi mizaç ve zevk süzgecinden geçirerek şiir vadisinde yeni bir yol açmıştır.
Nedim, divan şiirinin ön sırada yer alan sayılı sanat ustalarındandır. Fuzûlî, Bâkî, Nef’î, Nâbî ve Şeyh Gâlib’in yanı sıra Nedim’i altı büyük divan şairinden biri yapan başlıca özellikler şunlardır
Hayattan zevk alma, günü güzel yaşama, yaşanılan zamanı mutlu geçirme, Nedim’in şiirlerinde yer alan belli başlı konulardır. Nedim güzel yaşamdan yana ve onun savunucusudur. Aynı görüşleri, 16. yüzyılda Bâkî’nin şiirlerinde de görmek mümkündür. 15. yüzyılda Necâtî Bey’le başlayan, 16. yüzyılda Bâkî ile gelişen, 17. yüzyılda da Şeyhülislam Yahyâ ve kısmen Nâbî ile devam eden “Mahallîleşme Cereyanı”nın, edebiyatımızdaki en güçlü temsilcisi Nedim’dir. Nedim’in, “Mahallîleşme Cereyanı”nın güçlü ve önde gelen temsilcisi olmasında yaşadığı dönemi ve döneminin yaşam biçimini, özelliklerini şiirde başarılı biçimde vermesinin payı vardır. Özellikle İstanbul’u her yönüyle yansıtmakta oldukça başarılı olan Nedim, “İstanbul şairi” olarak bilinir.
Ancak onun önemli özelliklerinden biri şarkı şairi olmasıdır. Bilindiği gibi aslı musammat olan şarkı, Divan Edebiyatı’nın Türklere özgü nazım şekillerindendir. Bu nazım şeklinin en güzel ve başarılı örnekleri ise Nedim’e aittir.
Konusu bakımından şarkı Nedim’in yaradılışına çok uygundur.Yaşadığı devrin, Seyyid Vehbî, Osman-zâde Tâib, Kânî, Dürrî, Neylî, Sâlim, Râşid ve Çelebî-zâde Âsım gibi, ünlü şairleri yanında, edebiyat tarihçilerinin kaydettiği üzere, Nedim’in yaşadığı devirde pek o kadar şöhret kazanamadığı da görülür. Bu dönemde İbrahim Paşa’nın onayı ve Sultan III. Ahmet’in fermanı ile “reîsü’l-şuarâ (melik-üş-şuarâ)” ilan edilen Osman-zâde Tâib, zamanın şairlerinden bahsettiği kasidesinde Nedim’i anmamıştır. Seyyid Vehbî’nin, Osman-zâde Tâib’in kendisi için, “vekilimdir” demesi üzerine, Vekâlet-nâme adlı ve o devir şairlerinin derecelerini tayin için yazdığı uzun kasidesinde de Nedim’in, diğer şöhretli şairler arasında, biraz gölgede kaldığı hissedilir.
Onun asıl etkisi kendisinden sonrakiler üzerindedir ve zamanla hemen bütün şairleri gölgede bırakmıştır. Edebiyatımızın yüzünü batıya çevirmesiyle birlikte, var olan geleneği sürdüren şairlerden, modern şiir tarzını oluşturmaya çalışanlara kadar geniş bir yelpazede Nedim’in etkisi devam etmiştir.
18. yüzyıl şairlerinden Kâmî, Neylî, Çelebîzâde Âsım, Âtıf, Râşid, İzzet Ali Paşa, Seyyid Vehbî, Sâmî, Kelîm, Pertev, Sâbit ve Hâmî-i Âmidî gibi şahsiyetlerin Nedim’e nazireleri vardır. Bununla beraber, Nâmî mahlasıyla şiirler yazan İran elçisi Murtazakulı Han, Nedim’in gazellerinden birine Türkçe nazire yazmıştır. Yine Seyyid Vehbî, Nedim’in iki şiirini tahmis etmiştir.
Nedim’in şiir vadisinde yeni bir çığır açtığını, sözlerinin renkli ve anlamca yeni olduğunu düşünen 18. yüzyıl tezkirecilerinden Sâlim, onu “tâze-zebân”, Safâyî ise “bî-bedel” sıfatlarıyla nitelendirmişlerdir. Bu örnekler, yaşadığı dönemde de onun şiirlerine ve sanattaki ustalığına olan hayranlığı gösterir.
Nedim’in kendisine özgü tavır ve söyleyişleri, o kadar beğenilmiştir ki 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan, eserlerini farklı bir mecrada veren ve tasavvuf iklimine şiirinin kapılarını sonuna kadar açan Şeyh Gâlib bile onun şiirlerini tanzir etmiştir.
Koca Râgıb Paşa, İzzet Molla, Enderunlu Vâsıf ve Fitnat’tan, Osman Nevres ve Mahmûd Celâleddin Paşa’ya kadar birçok şairlerin divanlarındaki, Nedim’in bilhassa gazellerine tazmin, tanzir, tesdis, tahmis ve taştirler, etkisindeki şiirler, hakkındaki takdir ifadeleri, hemen hepsinin benzeri yetişmeyecek bir şair olduğundan bahsetmeleri, 18. yüzyıldan başlayarak, daha sonraki yüzyılın ilk ve ikinci yarısında ün ve etkisinin git gide parlayarak, nasıl devam ettiğini aydınlatır.
Tanzimat dönemi şairlerini etkileyen Leskofçalı Galip de Nedim’in etkisinde kalan bir başka şairdir. Yalnız divan tertip eden bu şairler değil, Tanzimat’tan günümüze kadar Yeni Türk Edebiyatı’nın başlıca temsilcileri olan birçok şahsiyet de Nedim’e hayrandır. Ziya Paşa mazmunlarının inceliğinden, şiirimize bir kat daha renk kazandırdığından bahsettiği Nedim’in bir gazeline nazire yazdığı gibi, Harabat’a da ondan pek çok örnek almıştır. Tanzimat Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden Namık Kemal, Nedim’i Türk dilinin en büyük şairi sayar. Namık Kemal’in, Nedim’e nazire birkaç gazeli vardır ve Sâkî-nâme’si de onun bir kasidesine naziredir.
Recaizade Mahmut Ekrem de ilk şiirlerinde Nedim’i taklit ve tanzir etmiştir. Hamit’i hayran bırakan tarafı ise, ehl-i dilliği, nüktedanlığı, fikir ve sözlerinin başlı başına bir edebiyat dili teşkil ettiği şiir mecmuasının, tazeliğini ve kıymetini hiçbir zaman kaybetmeyen bir çiçek meşheri oluşudur. Muallim Naci de Eski Türk Edebiyatı’ndan beslenen bir şahsiyet olarak, Nedim’e nazireler yazmıştır.
Bununla birlikte “Âveng-i Tesâvir” serisinde eski şairlerin daha çok mizaçlarıyla ilgili özelliklerini vurgulayan Tevfik Fikret, bu seride yer alan “Nedim” adlı şiirinde Nedim’in özelliklerini, mizacını, tavrını, döneminin içindeki yerini ayrıntıya inen çizgilerle tespit eder, onun hayalî bir portresini canlandırır. Halit Ziya Uşaklıgil ise Nedim için; “Şiiri daima genç, daima zinde kalan, her asrın şairi.” demiştir.
Sonraki yıllarda Nabizade Nâzım, Süleyman Nazif, Üsküdarlı Talat, Hamamizade İhsan, bilhassa Halil Nihat tarafından da onun şiirlerine pek çok nazire yazılmıştır. Batı edebiyatının etkisi ile nazirecilik tarzı bırakılınca, Nedim’in ün ve etkisi yeni tarz şiirlerde de bir başka ifade şekline bürünerek, yine devam etti. Celal Sahir, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, “Nedim’e”, “Güzelsin”, “Ruh-ı Nedim’e” adlı manzumelerinde, onun üslubunu tahlil ve taklit ediyorlardı. Yine “İstiklâl Şairi” Mehmet Akif Ersoy’un da en çok sevdiği Türk şairlerdendir.
“Yahyâ Kemâl kadar, Nedim’e tekârrüb ve rûhuna nufûz etmiş şair yoktur zannederim. Nedim’in de vekil-i mutlakı Yahyâ Kemâl’dir.” diyor. Yahya Kemal “Bir Sâkî”, “Mâhûrdan Gazel”, “Şerefâbâd” ve “Sene 1140” gibi gazellerinde ve başka şiirlerinde onun yalnız kafiye ve konularını kullanmakla kalmamış, zarif, nükteli, şen havası ile bu etkiyi günümüze kadar ulaştırmıştır. “Sâdâbâd Akşamları” serisinde “Nedim’e” adlı bir şiiri bulunan M. F. Köprülü, “Nedim” adlı eserinde bir edebiyat tarihçisi olarak, onun büyük bir şair olduğu hükmüne varmaktadır.
Her ne kadar Nedim, modern Türk şairlerince şiirlerinden yapılan alıntılar, göndermeler ve çağrışımlarla en çok hatırlanan divan şairlerinden biri olsa da bu algılama biçimi onun şiirleriyle tam olarak örtüşmez. Modern Türk şiirinde; Cahit Sıtkı Tarancı, Faruk Nafiz, Ümit Yaşar Oğuzcan, Ercüment Behzat Lav, Metin Altıok, Ali Günvar, Sezai Karakoç, Melih Cevdet Anday, Nazım Hikmet, Talat Halman, Attila İlhan gibi pek çok şair, şiirlerinde Nedim’e veya Lâle Devri’ne ait imaj ve çağrışımları kullanmışlardır.
Modern Türk Edebiyatı’nda eserinden çok fantastik ögelerle süslenmiş yaşama biçimiyle hatırlanan ve eleştirilen divan şairlerinin başında Nedim gelir. Popüler tarihçiliğin ve ideolojik bakış açısıyla geçmişi yeniden kurma çabalarının bir sonucu olarak Lâle Devri ve Nedim genellikle bir yönüyle öne çıkarılır. Oysa ne Lâle Devri siyah-beyaz fotoğraflardan ibarettir, ne de Nedim’in şiirleri. Nedim’in eserlerinde Lâle Devri’nin bütün özelliklerini bulmak mümkündür.
Divan Edebiyatımızda Fuzûlî, Nâbî gibi çok sayıda eser veren ünlü ustaların yanı sıra, Nâ’ilî, Nef’î, Şeyh Gâlib gibi fazla eser vermemiş seçkin sanat ustaları da bulunmaktadır. Sözü edilen bu ikinci grup şairlerin bıraktıkları eserlerin sayısı fazla olmamakla birlikte, bu şairler şiir sanatında gösterdikleri ustalıkla ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır. Nedim, bu ikinci grup şairler arasındadır. Nedim, şöhretini şiir sahasında kazanmakla birlikte, nesir sahasında da eserler vermiştir. Nedim’in başlıca üç eseri bulunmaktadır. Bunlar, Divan, Sahâifü’l-Ahbâr Tercümesi ve Aynî Tarihi Tercümesi’dir.
Nedim’e asıl şöhretini kazandıran eseri Divan’ıdır. Başka bir söyleyişle, Nedim’i Nedim yapan en önemli ve ünlü eseri Divan’ıdır. Şairin hayattayken divan tertip edip etmediği bilinmemektedir. Nedim Divanı’nın bilinen en eski tarihli nüshası, 1149 yılında istinsah edildiği tahmin edilen ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Y.13 numarada kayıtlıdır. Bakü Elyazmaları Arşivi No.11627’de kayıtlı bulunan Nedim Divanı nüshasının, müellif hattı olduğuna dair iddialar da gerçek dışıdır. Nedim Divanı’nın yurtiçi ve yurtdışındaki kütüphanelerde kırk beş kadar yazma nüshası vardır.
Eserin bugüne kadar altı baskısı yapılmıştır. Bunlardan ilki “Dîvân-ı Nedim” adıyla Mısır’da, Bulak Matbaası’nda yapılmıştır. Söz konusu baskıda eser eski harflerle basılmıştır. Bu baskının tarihi bilinmemektedir.
Nedim Divanı’nın ikinci baskısı, yine “Dîvân-ı Nedim” adıyla 1291 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır. Bu baskı da eski harflerle yapılmıştır. Bu iki baskı oldukça eksik ve yanlışlarla doludur.
Halil Nihat, “Nedim Dîvânı” adıyla 1338-1340 tarihlerinde İstanbul’da yaptığı bu baskıyı hazırlarken, matbu iki nüshanın yanı sıra eserin yirmi yedi yazma nüshasını kullanmıştır. Bu baskı da eski harflerle yapılmıştır. Bu baskıda iki ayrı ön sözden sonra ayrıca, Nedim’in hayatı ile ilgili bilgi verilmiştir. Eserde yer alan birinci ön söz tarihçi Ahmet Refik Altınay tarafından yazılmış, ikinci ön sözü ise edebiyat tarihçisi Mehmet Fuat Köprülü yazmıştır. Ön sözlerden sonra alışılmış divan düzenine göre şiirlere yer verilmiştir. Önce kaside ve tarihler, sonra diğer manzumeler sıralanmıştır. Gazellerden sonra da şarkılara yer verilmiştir.
Nedim Divanı’nda ayrıca Çağatayca yazılmış bir gazel ile şarkılar arasında hece ölçüsüyle yazılmış bir de türkü vardır. Divan’ın sonunda lügatçe kısmı yer alır. Bu bölümde Nedim’in şiirlerinde geçen ve o dönem okuyucularının anlayamayacağı düşünülen kelimeler vardır. Sözlüğün “nûn” harfi altında ise bir önceki yüzyılda yaşayan ve Ahmed Nedim’le aynı mahlası taşıyan Nedim-i Kadîm Divançesi verilmiştir. Halil Nihat’ın hazırladığı bu eser, uzun süre Nedim’in şiirlerine ilgi duyanların ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Abdülbaki Gölpınarlı özel kütüphanesinde bulunan ve daha sonra Mevlânâ Müzesi’ne bağışladığı bir nüsha ile Halil Nihat neşrini kullanarak Nedim Divanı’nı yeni harflerle, 1951’de İstanbul’da yayınlamıştır. Yine Abdülbaki Gölpınarlı İstanbul’da, 1972 tarihinde Nedim Divanı’nı yeni harflerle ikinci kez yayınlamıştır. Gölpınarlı, ikinci baskıya Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi No. 763’te kayıtlı mecmuadaki farklı beyitleri de eklemiştir.
Son olarak Muhsin Macit, eserin bilinen bütün yazma nüshalarını değerlendirmek suretiyle Nedim Divanı’nın tenkitli metnini doktora tezi olarak hazırlamış (1994), Akçağ Yayınevi bu metnin popüler neşrini yapmıştır (1997).
Nedim Divanı’nın bilinen bütün nüshaları değerlendirilerek hazırlanan son baskıda; 44 kaside, 88 kıta, 3 mesnevi, 1 terkib-i bent, 1 terci-i bent, 2 mütekerrir müseddes, 1 tardiye, 5 tahmis, 1 muhammes, 33 murabba, 2 koşma, 166 gazel, 2 müstezat, 11 rubai ve 23 müfret ve matla vardır. Ayrıca Nedim Divanı’nda 5 Arapça, 39 Farsça şiir yer almaktadır.
Lâle Devri (1718-1730)’nde Damat İbrahim Paşa tarafından oluşturulan tercüme heyetlerinde görev alan Nedim, Müneccimbaşı Derviş Ahmed Âşıkî Efendi (ö. 1702)’nin “Câmiü’d-Düvel” adlı Arapça eserini Türkçemize çevirerek Sahâifü’l-Ahbâr adını vermiştir. Nedim, 1719 veya 1720 yılında başlayarak, 1730 yılında bitirdiği ve on yılda tamamladığı bu çeviriyi, Damat İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Nedim’in Sahâifü’l-Ahbâr tercümesi, 1285 yılında İstanbul’da basılmıştır.
Bedreddin Mahmûd bin Ahmed (ö. 1451) tarafından yazılan “Ikdu’l-cümân fi tarihi ehli’z-zamân” adlı, daha çok Aynî Tarihi ismiyle bilinen yirmi dört ciltlik İslam Tarihi’nin çevrilmesi için 1726 yılında Damat İbrahim Paşa tarafından kurulan 45 kişilik çeviri kurulunda Nedim de yer almıştır. Fakat Nedim’in mütercimler arasında yer aldığı bilindiği hâlde, Aynî Tarihi’nden yaptığı çevirinin hangi cilt ya da bölümler olduğu günümüze kadar ortaya çıkarılamamıştır.
Nedim’in bunların dışında kalan diğer eserleri ise; Safâyî Tezkiresi Takrizi, Şehid Ali Paşa’ya mülemma tarzında yazdığı dilekçe, Nigâr–nâme ve Münşeat-ı Aziziye’de yer alan ve kime yazıldığı belli olmayan bir mektuptur. Nedim’in Şehid Ali Paşa’ya yazdığı Farsça-Arapça bir mülemma olan dilekçede şair, Ali Paşa’dan medreseye tayinini ister. Nigâr-nâme ise Nedim’in İzzet Ali Paşa’nın kendisine şaka yollu yazdığı mektuba yine şaka yollu yazdığı mensur cevaptır. Nigâr-nâme’de manzum parçalar da vardır. Münşeat-ı Aziziye’de yer alan mektubun kime yazıldığı bilinmemekle birlikte, içinde manzum kısımların da bulunduğu ve münşiyane üslupla yazılmış bir mektuptur.
a. Gazeller
Gazel 1 (Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün)
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana
Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülf-i Hârût’un demek mümkin ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkilter su’âl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin bi’llah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hâl olmuş sana
Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öpdürmek bu hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin vasf etdiğin dil-ber Nedim
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
Mest-i nâzım kim büyütdü böyle bî-pervâ seni
Kim yetişdirdi bu gûne servden bâlâ seni
Bûydan hoş rengden pâkîzedir nâzük tenin
Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’nâ seni
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni
Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ
Kangısın alsam gülü yâhûd ki câmı yâ seni
Sandım olmuş ceste bir fevvâre-i âb-ı hayât
Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesnâ seni
Sâf iken âyîne-i endâmdan sînem dirîğ
Almadım bir kerrecik âgûşa ser-tâ-pâ seni
Ben dedikçe böyle kim kıldı Nedim’i nâ-tüvân
Gösterir engüşt ile meclisdeki mînâ seni
Murâdın anlarız ol gamzenin ‘iz’ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz ‘irfânımız vardır
O şûhun sunduğu peymâneyi redd etmezüz elbet
Anunla böylece ‘ahd etmişiz peymânımız vardır
Münâsibdir sana ey tıfl-nâzım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir hâne-i vîrânımız vardır
Elin koy sîne-i billûra rahm et ‘âşıka zîrâ
Beyâz üzre bizim de pençe bir fermânımız vardır
Güzel sevmekde zâhid müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok tahkîkimiz ‘itkânımız vardır
Koçup her şeb miyânın cânına cân katmada ağyâr
Behey zâlim sen insâf et bizim de cânımız vardır
Sıkılma bezme gel bîgâne yok da’vetlimiz ancak
Nedimâ bendeniz var bir dahi sultânımız vardır
Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşîmânsın ey gönül
Eşkimde böyle şu’le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül
Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçün bu gûne girîzânsın ey gönül
Bîgânedir mu’âmeleniz ‘akl ü hûş ile
Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül
Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb
Bi’llâh ne şaht âteş-i sûzânsın ey gönül
Hac yollarında meş’ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı ‘ışk içinde nümâyânsın ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şekva girîbansın ey gönül
Peymâne-i mahabbeti sundun Nedim’e çün
Lûtf eyle câmı bâri biraz kansın ey gönül
Ne ‘aceb eylese esrâr-ı derûnun ifşâ
Goncadan söz getirir bülbül-i şeydâya sabâ
Yelerek çın seherden geliyor bâd-ı nesîm
Gâlibâ zülfü elinden edecekdir şekvâ
Oldu mürgân ile ezhâr-ı çemen hem-sohbet
Sahn-ı gülşende zuhûr etse n’ola vâveylâ
Isınup cümle kulûb âb-ı bürûdet gitdi
Cilve-rîz olsa ‘aceb mi dönerek arz u semâ
Nev-bahâr olsa da bî-çâre Nedimâ nâ-şâd
Rûz-ı mahşerde meger şâd ola bâ-lûtf-ı Hudâ
Ben kimseye açılmaz idim dâmenin olsam
Kim görür idi sîneni pîrâhenin olsam
Şem’ olmaz isem bezmine bu sûz ile bâri
Dergâhına bir meş’ale-i rûşenin olsam
Dâ’im arayan bulsa cüvânım seni bende
Bir gonca gül olsan da senin gülşenin olsam
Destîde kadehde doyamam görmeğe bârî
Ey gevher-i şeffâf senin mahzenin olsam
Döğülmeğe söğülmeğe kul olmağa bi’llâh
Hep kâ’ilim ammâ ki efendim senin olsam
Çeşmânının öğrensem o kâfirce nigâhın
Bir lahza Nedim-i nigeh-i pür-fenin olsam
Âfet-i cân dediler gamze-i cellâdın içün
Nahl-ı gül söylediler kâmet-i şimşâdın içün
Yazdı çün kilk-i kazâ fitne vü âşûb emrin
Ara yerini açık koydu senin adın içün
Çeşm ü ebrûya kafâdârsın ey zülf-i siyâh
Sen de kâfirsin o kâfirlere imdâdın içün
Sen ki bülbül gül içün nâle edersin bî-derd
Seni gülden ayırır nâle vü feryâdın içün
Hey nesin sen ki duyup handeni kûhsârda kebk
Katı âvâz ile tahsîn okur üstâdın içün
Çokdan ey kilk-i Nedimâ niçün oldun hâmûş
Bizi hasretde kodun nazm-ı nev-îcâdın içün
Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içinde
Dün gîceye dâir bir işâret var içinde
Mey-hâne mukassî görünür taşradan ammâ
Bir başka ferah başka letâfet var içinde
Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım
Şarkı okuyup geçdi bir âfet var içinde
Olmakda derûnunda hevâ âteş-i sûzân
Nâyin diyebilmem ki ne hâlet var içinde
Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işitdik
Tenhâca varup Göksu’ya işret var içinde
Geçüp gitmekde ömrüm derd ü mihnet gibi şeylerle
Müşerref olmadı kasr-ı emel ferhunde-peylerle
Figân u nâleler etmekde her dem bağrı yanıklar
Bu bezm-i mihnete revnak verilmiş sanki neylerle
Felek câm-ı neşâtın telh eder Cemşîd-i vakt olsa
İlâc olmaz humâr-âlûde-i idbâra meylerle
Ferah bîgâne resmin gösterirse etmem istib’âd
Gönül me’nûs-ahzân oldu derd-i tâ-be-keylerle
Görünmez bir belâdır ‘ışk-ı hûbân-ı cihân şimdi
Nedimâ kıl hazer germ-ülfet olma bizden eylerle
Bir nîm neşve say bu cihânın bahârını
Bir sâgar-ı keşîdeye tut lâle-zârını
Dil gerd-i gamsız olma revâ mı ki Ka’benin
Ey hâce yılda bir süpürürler gubârını
Peykân gibi lebinde götür anı tîr-veş
‘Işkın cerîde tayy edegör reh-güzârını
Âhı yetişdi bülbül-i zârın ki bâğbân
Çûb-ı duhan edindi gülün şâhsârını
Bir dem mi var ki âh ederek anmaya gönül
Ey serv-kad seninle geçen rüzgârını
Şevk-i tamâm va’de-i ferdâyı dinlemez
Reşk ana kim cihânda bugün buldu yârını
İrân-zemîne tuhfemiz olsun bu nev-gazel
İrgürsün Isfahân’a Sitanbul diyârını
Düşmen ne denlü saht ise şâd ol ki ey Nedim
Seng üzre gösterir zer-i kâmil ayârını
Gazel 11 (Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün)
Hele ıyd oldu ol gül-gonce handân olduğun gördük
Dimâğ-ı telh-kâmın şekkeristân olduğun gördük
O sîm-endâmı aldık halka-ı âğûşa bir kerre
O elmâsın hele zîb-i nigîn-dân olduğun gördük
Meh ü mihrin senin olsun felek biz ıyd-gehlerde
Hilâl ebrûların hurşîd-i tâbân olduğun gördük
O kâfir-beççe bir peymâne sahbâ sundu kim alup
Derûn-i lâleden âteş fürûzân olduğun gördük
Niyâz u nâz u nûş u bahş u ibrâm-ı kenâr u bûs
Bugün meclisde zevkin böyle tûfân olduğun gördük
Gülistân görmedik gül kokmadık ammâ ruhun meyden
Gül-ender-gül gülistân-der-gülistân olduğun gördük
Yalan olmaz o şûhun görmedik mey içdiğin ammâ
Bir iki kerrecik hem-bezm-i mestân olduğun gördük
Bi-hamdi’llâh yine kilk-i Nedimâ-yı sühân-sâzın
Gazel-perdâz-ı bezm-i sadr-ı zî-şân olduğun gördük
Gazel 12 (Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün)
Tahammül mülkünü yıkdın Hulâgû Han mısın kâfir
Aman dünyâyı yakdın âteş-i sûzân mısın kâfir
Kız oğlan nâzı nâzın şeh-levend âvâzı âvâzın
Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kâfir
Ne ma´nî gösterir dûşundaki ol âteşîn atlas
Ki ya´nî şu’le-i cân-sûz-ı hüsn ü ân mısın kâfir
Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-i girîbânlar
‘Aceb bir şûha sende ‘âşık-ı nâlân mısın kâfir
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir
Şarâb-ı âteşînin keyfi rûyun şu’lelendirmiş
Bu hâletle çerâğ-ı meclis-i mestân mısın kâfir
Niçün sık sık bakarsın böyle mir’ât-ı mücellâya
Meger sen dahı kendi hüsnüne hayrân mısın kâfir
Nedim-i zârı bir kâfir esîr etmiş işitmişdim
Sen ol cellâd-ı dîn ol düşmen-i imân mısın kâfir
Gazel 13 (Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün)
Bir şeker handeyle bezm-i şevka câm etdin beni
Nîm sun peymâneyi sâkî tamâm etdin beni
Şu’le servâsâ çıkar hâkimden ol yerlerde kim
Pây-mâl-i tevsen-i âteş-hırâm etdin beni
Nükhet-i gîsû ile geldin bize âh ey sâkî
Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-kâm etdin beni
Cilve-i hüsnünle her mûyum perî-hîz olmada
‘Işk ile ser-tâ-kadem âyîne-fâm etdin beni
Böyle ser-mest ü harâb etme Nedim-i zârveş
Nîm sun peymâneyi sâkî tamâm etdin beni
Cefâ-yi tâli‘-i nâ-sâzkârı benden sor
Amân amân sitem-i rûzgârı benden sor
Düşüb ümîde neler çekdiğimi ben bilirim
Belâ-yı keş-me-keş-i intizârı benden sor
Bir iki günde ne gaddârlıkların gördüm
Felek dedikleri nâ-pâydârı benden sor
Zamân-ı va‘d-i tahassürde başkadır ‘âlem
O telh şerbet-i şîrîn-güvârı benden sor
Henüz neş’esini görmeden humâr çeker
Nedim-i dil-şode-i bî-karârı benden sor
Bîgâne gamzen ‘âşıka nâdâna âşinâ
Tâ key tegâfül ey büt-i bîgâne âşinâ
Zülfün hayâli cây edeli çeşmim olmadı
Gîsû-yı hâb şâne-i müjgâne âşinâ
Ser-der hevâ-yı ’ışkı idi diller olmadan
Bâd-ı sabâya kâkül-i cânâne âşinâ
Ey nüsha-i kemâl idi manzûme-i vücûd
Lafz-ı dil olsa ma’nî-i ‘irfâne âşinâ
Kırdı geçirdi tîg-i nigâhiyle ‘âlemi
Çeşmi ne yâd bakdı Nedimâ ne âşinâ
Bir safâ-bahş edelim gel şu dil-i nâ-şâda
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
Gülelim oynayalım kâm alalım dünyâdan
Mâ-yı tesnîm içelim çeşme-i nev-peydâdan
Görelim âb-ı hayât akdığın ejderhâdan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
Geh varup havz kenârında hırâmân olalım
Geh gelüp kasr-ı cinân seyrine hayrân olalım
Gâh şarkı okuyup gâh gazel-hân olalım
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
‘İzn alup cum’a namâzına deyü mâderden
Bir gün uğrılıyalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşup iskeleye doğru nihân yollardan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
Bir sen ü bir ben ü bir mutrıb-ı pâkîze-edâ
İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeydâ
Gayrı yârânı bu günlük edüp ey şûh fedâ
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’d-âbâda
Yine bezm-i çemene lâle fürûzân geldi
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Bülbül âteş saçarak bezme gazel-hân geldi
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Çıkup ikbâl ile gülzâra şehenşâh-ı cihân
İltifâtiyle eder gülleri şâd u handân
Lâlezâra gelir elbet yine sultân-ı zamân
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Seyr olup raksı yine dil-ber-i mümtâzların
Yine eflâke çıkar nâleleri sâzların
Câna âteş bırakır şu’lesi âvâzların
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Ney ü santûr ü rebâb ü def ü tanbûr ile çeng
Nağme-i bülbül ü kumrîye olup hem-âheng
Pür eder ‘âlemi şevk u tarâb-ı reng-â reng
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Cân-fezâ turra-i hûbân gibi zülf-i sünbül
Dil-güşâ nazm-ı Nedimâ gibi ruhsâre-i gül
Dün gülistânda işitdim ki der idi bülbül
Müjdeler gülşene kim vakt-i çırağan geldi
Gülzâra salın mevsimidir geşt ü güzârın
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Dök zülfünü semmûr giyinsin ko izârın
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Bülbüllerin ister seni ey gonce-dehen gel
Gül gitdiğini anmayalım gülşene sen gel
Pâ-mâl-i şitâ olmadan iklîm-i çemen gel
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Sal hatt-ı siyâhkârın o ruhsâre-i âle
Semmûrunu kaplat bu sene kırmızı şâle
Al deste eğer lâle bulunmazsa piyâle
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Cennet gibi ‘âlem yine her mîve firâvân
Sen mîve-i vaslın dahi etmez misin erzân
‘Uşşâka birer bûse edüp gizlice ihsân
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Bir mısra’ işitdim yine ey şûh-ı dil-ârâ
Bir hoşça da bilmem ne demek istedi ammâ
Ma’kûl dedi zannederim anı Nedimâ
Ver hükmünü ey serv-i revân köhne bahârın
Iyd gelsin bâ’is-i şevk-i cedîd olsun da gör
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Gûşe gûşe mihrler mehler bedîd olsun da gör
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Anda seyret kim ne fursatlar girer câna ele
Gör ne dil-cûlar ne meh-rûlar ne âhûlar gele
Tıfl-ı nâzım sevdiğim bir iki gün sabret hele
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Gerçi kim vardır onun her demde başka ziyneti
Rûze eyyâmında da inkâr olunmaz hâleti
Şimdi anlanmaz hele bir hoşça kadr ü kıymeti
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Dur zuhûr etsin hele her gûşeden bir dil-rübâ
Kimi gitsin bâğa doğru kimi sahrâdan yana
Bak nedir dünyâda resm-i sohbet-i zevk u safâ
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Tıfl-ı nâzım cümle gördüm deyü aldatma beni
Görmedin bir hoşça sen dahı o dil-cû gülşeni
Serv-i nâzım gel Nedim-i zâr gezdirsin seni
Seyr-i Sa’d-âbâdı sen bir kerre ıyd olsun da gör
Sevdiğim cemâlin çünkim göremem
Çıkmasın hayâlin dil-i şeydâdan
Hâk-i pâye çünki yüzler süremem
Alayım peyâmın bâd-ı sabâdan
Kebûd çeşmi bî-rahm etdi nigâhın
Âşıkların göğe çıkardı âhın
Sordum gerdeninden zülf-i siyâhın
Bir cevâb vermedi akdan karadan
Sevdiğim bendene düşerse hidmet
Kapında kul olmak cânıma minnet
Göre idim sende bûy-ı mahabbet
İstediğim budur sen bî-vefâdan
Nedimâ hüsnüne olmuşdur ‘âşık
Öyle bir ‘âşık kim kavlinde sâdık
Kerem’e ne kadar değilse lâyık
Ar etmez efendim şehler gedâdan
İslâm Ansiklopedisi (1964), Nedim mad., c. IX, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, s. 169-174.
MACİT, Muhsin (1997), Nedim Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara.
MACİT, Muhsin (2010), Nedim (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), Akçağ Yayınları, 4. Baskı, Ankara.
MENGİ, Mine (2008), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, 14. Baskı, Ankara, s. 231-234, 409-418.
AÇIKGÖZ, Nâmık (1988), Nedim’in Yayınlanmamış Bir Şiiri, F. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi II, 1, 1-3.
ALTINAY, Ahmet Refik (1924), Âlimler ve Sanatkârlar, İstanbul.
ALTINAY, Ahmet Refik, Lâle Devri (1130-1143), İstanbul, 1331.
ALTINAY, Ahmet Refik, Nedim’in Gayr-ı Matbû Bir Kitâbesi, Miilî Mecmua, Sene 4, Nr. 75 VII, 1215.
ALTINAY, Ahmet Refik (1935), Şair Nedim’in Basılmamış İki Şiiri, Aydabir, Yıl 1 (1 Eylül 1935), 1.
Ahmet Rıfat, Lûgat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye, İstanbul, 1300, c. VII.
AKTEPE, Münir (1954), Dâmâd İbrahim Pâşâ Devrinde Lâleye Dâir Bir Vesika, Türkiyat Mecmuası II, s. 115-130.
ARSLAN, Mehmet (1992), Nedim Divânında Mûsiki, Kızılırmak, 11 (Kasım 1992), s.10-15.
Âsım, Küçükçelebizâde, Târih-i Âsım, İstanbul, 1282.
BEYATLI, Yahya Kemâl (1984), Edebiyâta Dâir, İstanbul.
BEYZÂDEOĞLU, Süreyya (1987), Nedim ve Sünbülzâde Vehbî’de İstanbul, Türk Edebiyatı, 167, 60-61.
(BOZTEPE) Halil Nihâd (1924), Âyîne-i Devrân, İstanbul.
(BOZTEPE) Halil Nihâd (1988), Büyük Türk Klasikleri, İstanbul, c. VI.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmed (1987), Nedim’e Dâir, Türk Dili, III, 426 (Haziran 1987), 331-344.
DİZDAROĞLU, Hikmet (1958), Nedim’in Divân Şiirine Getirdiği Yenilik, Türk Dili, VII, 76 (Ocak 1958), 207-211.
ERTOP, Konur (1980), Nedim Divân Şiirine Yaşanan Gerçeği, İçtenliği, Doğayı ve Konuşulan Dilin Tadını Getirmişti, Milliyet Sanat, 29 (Ekim), 33-35.
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1951), Nedim Divânı, İstanbul, (Birinci Baskı).
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1972), Nedim Divânı, İstanbul, (İkinci Baskı).
GÖVSA, İbrahim (1932), A., Nedim, İstanbul.
HOCA, Nazîf (1960), Nedim’in Bizzat Yazdığı İddia Edilen Bir Divânı Hakkında, Tarih Dergisi, XI, 15 (Eylül 1960), 143-148.
HORATA, Osman (1987), Nedim-i Kadîm Divânçesi, Ankara.
İLAYDIN, Hikmet (1974), Nedim’in Divânı’nda Bulunmayan Birkaç Şiiri, Türk Dili, XXIX, 286 (Ocak), 312-315.
İPŞİRLİ, Mehmet (1987), Lâle Devri’nde Teşkil Edilen Tercüme Heyetine Dair Bazı Gözlemler, Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, İstanbul, 33-42.
KORTANTAMER, Tunca (1993), Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara.
MACİT, Muhsin (1997), Nedim Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara.
MACİT, Muhsin (2010), Nedim (Hayatı, Eserleri ve Sanatı), Akçağ Yayınları, 4. Baskı, Ankara.
MAZIOĞLU, Hasibe (1957), Nedim’in Divân Şiirine Getirdiği Yenilik, Ankara.
MAZIOĞLU, Hasibe (1988), Nedim, Ankara.
MAZIOĞLU, Hasibe (1956), Nedim’in Bir Gazeli Üzerine, Türk Dili, V, 58 (Temmuz 1956), 630-632.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Mecelletü’n-Nisâb, TDK, Ktp. Fotokopi, 37/1.
Râgıp Şevki (1936), Nedim, Kültür Haftası, I, 12 (1 Nisan 1936), 224-225.
Râgıp Şevki (1936), Nedim’in Son Günleri, Kültür Haftası, I, 21 (3 Haziran 1936), 394-400.
Râmiz, Âdâb-ı Zürafâ, Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, No: 3873.
Râşid Mehmed Efendi, Târih-i Râşid, İstanbul, 1281-1282.
Safâyî, Tezkîretü’ş- Şu’ârâ, Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, No: 2549.
SEVGİ, Ahmet (1993), Nedim’in Nevşehir’le İlgili Tarihleri Üzerine, Yedi İklim, IV, 36 (Mart 1993), 26-30.
SEVGİ Ahmet-ÖZCAN, Mustafa (1996), Ali Canip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri, İstanbul.
Şehâbeddin Süleyman, Yegâne İstanbul Şairi Nedim, Rübâb Mecmuası, c. I (15 Cemâziye’l-evvel 1330-19 Nisan 1928), 138-140.
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1977), Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul.
YENİGÜN, Hayri (1965), Nedim’in Şiirlerinden Beste Yapanlar, Türk Yurdu, I-II (Ekim 1960-Şubat 1965).
(YÖNTEM) Ali Canip (1925), Nedim’in Hayatı, Türkiyat Mecmuası, I, 173-184.
(YÖNTEM) Ali Canip (1943), Nedim’in Hayatı ve Çağdaşları Üstündeki Tesirleri, (15-20 Kasım 1943), Ankara, 109-121.
YÜCEL, Hasan Ali, Bir Fecr-i Kâzib: Nedim.
Bu makalenin künyesi: Keskin, Ümit (2014). “Nedim: Lâle Devrinin Büyük Şairi, Şarkı Türünün Üstadı”, Simit Çay Akademik, BAÜ Lisans Tezi.
10. Simit Çay Edebiyat Etkinlikleri Şiir Yarışması, dünyanın dört bir tarafından ve farklı geçmişlerden gelen… Daha Fazla
Tarih, edebiyat ve kurmaca kavramları birbirleriyle derin bir ilişki içinde olan, ancak her biri farklı… Daha Fazla
Tatilde deniz suyunun sıcak olmasını tercih edenler için Türkiye, birbirinden güzel plajları ve sıcak deniziyle… Daha Fazla
Emir Timur, Türk kökenli büyük bir savaşçı ve devlet adamıdır. Bununla birlikte, etnik geçmişinde Moğol… Daha Fazla
Myra Antik Kenti, farklı kültürlerin izlerini taşıyan bir antik şehir olarak Demre Çayı deltasında yer… Daha Fazla
Öz Türkçe isimler ve eski Türk isimleri sözlüğümüzde, Türkçe kökenli erkek ve kız isimleri anlamlarıyla… Daha Fazla
Yorumlar