Edebiyat-tarih ilişkisi, insanı ve insan yaşanmışlığını anlatır. İşte iki alanın birbiriyle en önemli ilişkisi de budur. Yani edebiyat-tarih ilişkisinin merkezinde insan vardır. Dil ve kültür ilişkisinin tamamlayıcısı edebiyat-tarih ilişkisidir. Ayrıca bu ilişki tarih öğretimine katkı sağlar.
V. Murat’ın Bağdat Seferi, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi ve II. Dünya Savaşı’nda atom bombası atılması… Bunlar edebiyat-tarih ilişkisinin önemli tanıklarıdır. Kayıkçı Kul Mustafa’nın “Genç Osman Destanı”, Taşlıcalı Yahya’nın “Şehzâde Mustafâ’ya Mersiye”si ve Nazım Hikmet’in “Bura Hiroşima’dır adlı şiiri…
Edebiyat yaşamın sanata sözlü veya yazılı olarak aktarılmasıdır.
Edebiyatın tarihî bir olayı bugüne aktarması toplum ya da birey merkezli olabilir.
Birey merkezli olayların yansımalarını daha çok kişiye ilişkin aşk, sevgi ve özlem gibi duygularda buluruz. Bu duygular toplumun estetik dünyasına hizmet eden önemli yazınsal yapıtlara dönüşür.
Örneğin Fuzûlî’nin aşkın hâllerini anlattığı bir gazeli, Âşık Veysel’inse doğa güzelliklerini anlattığı bir güzellemesi bu türdendir. Ancak bu yapıtlar genel konular içerdiklerinden belli bir olayla ilişki hâlinde değildir. Oysa toplumları derinden etkileyen olaylar, yazınsal yapıtların en önemli esin kaynaklarından birini oluşturur. Hatta zaman zaman epik bir değer kazanır. Çünkü sanatçı yaşadığı duyguların içkin (mündemiç) yansımalarını imgeler hâlinde yaşadığı toplumun hizmetine sunar. Bu da edebiyat-tarih ilişkisi bağlamında bir yansımadır.
Genç Osman Destanı
Edebiyat-tarih ilişkisi denilince akla gelen ilk örneklerdendir Genç Osman Destanı. Aksaraylı genç bir Osmanlı askerinin öyküsünü taşır. Olay hakkında hâkim olan iki söylence ise şöyledir:
1- Aksaraylı Osman, Osmanlı ordusuna katılmak istemektedir. Ancak yaşı küçük olduğu için bu isteği geri çevrilmiştir. Kendisine ‘bıyıklarının bile yeni terlediği’ söylenmiştir.
Söylencenin dikkate değer kısmı ise bundan sonra başlıyor:
O dönemlerde bir kişinin orduya alınma koşulu bıyıklarında tarağın durmasıymış. Orduya katılmakta kararlı olan Osman ise, eline aldığı tarağı yeni çıkmaya başlayan bıyıklarının üzerine var gücüyle bastırmış. Yani tarağı tenine saplamış. Genç yiğidin bu hareketi sonrasında padişahın rızasıyla Genç Osman orduya dâhil edilmiş. Bağdat Seferi’ne katılıp burada büyük kahramanlıklar göstermiş. Bu durum onu ordunun en sevilen üyelerinden biri hâline getirmiş. Ancak surların üzerinde devam eden çarpışmalar sırasında bir okun hedefi olmuş. Dicle nehrine düşen yiğit böylece şehit olmuş. Bunun ardından sert mizacıyla tanınan IV. Murat, “Keşke Bağdat gibi kaleyi fethetmeseydim de Genç Osman’ım ölmeseydi.” demiş.
2- Konu hakkındaki ikinci yorum ise Genç Osman’ın temsilî bir kişi olduğudur. Bu yoruma göre şair Küçük Murat Reis ile Cezayir sularındayken boğdurulan II. Osman’ın acısını temsilî bir dille kaleme almıştır. Edebiyat tarihçisi Ahmet Kabakçı, hünkârın boğdurulmasının Kayıkçı Kul Mustafa’yı derinden etkilediğini söyler.
Şehzâde Mustafâ’ya Mersiye
Taşlıcalı Yahya’ya aittir. Edebiyat-tarih ilişkisi bağlamında önemli bir örnektir.
Meded meded bu cihanım yıkıldı bir yanı Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı
biçiminde başlayan mersiyede Taşlıcalı Yahya saray entrikaları sonucunda Kanuni tarafından boğdurulan Şehzade Mustafa’nın geride bıraktığı acıya dikkat çekmiştir. Ayrıca dönemin diğer önemli olaylarına da dikkat çekerek Celâlî sözcüğünü kullanmıştır. Celâlî sözcüğü o dönem Anadolu siyasetine hâkim olan en önemli sorunlardan birine işaret etmektedir: 1519′da başlayan kanlı Celâlî isyanlarına. Taşlıcalı’nın şehzadeyi öldürenleri sanatsal bir biçimde isyancılara benzetmesi o dönem saray yapısı için kabul edilemez bir şeydir. Kesin olmamakla birlikte bu dönemde şairin bu mersiye yüzünden bir süre cezalandırılmak korkusuyla kaçtığı, sadrazam değişikliğinden sonra ise affedilerek maaşlı olarak sürgün edildiği söylenmektedir.
II. Dünya Savaşı “savaşın içindeki etik değerlerin kaybolduğu” bir savaş olarak da ileri çıkmaktadır.
II. Dünya Savaşı yalnızca tarihin en kanlı savaşı değildir. Bu savaş “savaşın içindeki etik değerlerin kaybolduğu” bir savaş olarak da ileri çıkmaktadır. Biyolojik ve kimyasal silahların kullanılmaya başlanması bu savaş öncesine kadar dayanmaktadır. Hatta I. Dünya Savaşı’nda kimyasal silahların kullanıldığı da bilinmektedir. Ancak Japonya’ya atılan atom bombası bir anda teknolojik dünyanın insan yaşamını teslim almasının bir kanıtı olarak görülmüştür. Artık dünyanın önünde nükleer bir tehlike durmaktadır.
Türkiye eylemsel olarak her ne kadar bu savaşın içinde yer almasa da savaştan hem duygusal hem de maddi açıdan olumsuz olarak etkilenmiştir. Dış ticaret yapamamanın ve var olan yığılımları (stokları) olası bir savaş durumuna karşı koruma çabasının sonucu olarak; ülkemiz ekmeğin karne ile alındığı günleri dahi görmüştür. Tüm bu sorunları bir yana bıraksak bile gazetelerde Japonya’daki büyük yıkımın insan onuruna verdiği büyük zarar dile getirilmektedir. Tam da bu zamanda Nazım Hikmet dünyadaki bu adaletsize sitem etmekte, Hiroşima’daki küçük kızın dramı üzerinden bu bunalım dolu günleri dile getirmektedir. Cahit Sıtkı ise bu buhranlı günlerden sonra bir umut ışığı aramaktadır: “…Yeter ki gün eksilmesin penceremden.”
Gördüğümüz gibi toplumsal bunalımlar ve büyük olaylar önce insan bilincini etkilemektedir. Bunun sonucu olarak “sözcüklerle düşünen birey” zihnindeki duyguları paylaşma gereği duymaktadır, ki bu da yine sözcüklerle olmaktadır. Bunun içindir ki, yazınsal bir metni incelerken metnin yazıldığı dönemi dikkate almamak bir metnin yorumlanması sürecinde yapılabilecek en büyük yanlıştır.
Ensar KILIÇ
İlk yorum yapan siz olun