İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kays Said: Tunus’ta yeniden karılan kartlar

Kays Said, Tunus Cumhurbaşkanlığı makamının teamül dışı yetkilerini kullanarak yönetime el koydu. Hem de kendisini cumhurbaşkanı seçtiren El-Nahta’ya karşı… Bu durum Kuzey Afrika ile yakın bağları olan Türkiye’de de endişe ile izlendi. Çünkü Türkiye’nin özellikle Libya sebebiyle Tunus’un desteğine ihtiyacı var. Ayrıca Tunus Türkleri, Türkiye’nin bu ülkedeki olaylara sessiz kalamamasının bir diğer sebebi. Peki Kays Said nasıl bir siyasetçi? Yapmak istediği şey tam olarak ne?

Kays Said kimdir?

Said, aslında ülkenin en ünlü anayasa yargısı uzmanlarından. Hatta devrimden sonra 2014’teki anayasa çalışmalarında görev alan bir hukukçu. Sosyal muhafazakâr kimliğiyle tanınıyor. Said, 2019 seçiminde hem sol hem de İslami hareketlerin desteği ile cumhurbaşkanı oldu.

Kays Said, henüz cumhurbaşkanı olmadan önce özellikle gençlerin katılımı ile birçok toplantı ile gündeme gelmişti. Seçim esnasında da gençleri ön plana çıkararak ülkenin iki temel sorununu yolsuzluk ve anayasaya uymama olarak deklare etmişti.

Yani Said, Türk kamuoyunda zannedildiğinin aksine sol tandanslı bir siyasetçi değil. Hatta İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine karşı çıkmış, bunu talep etmenin dahi vatana ihanet olduğunu söylemiş biri. Ayrıca LGBT konusunda muhafazakâr çizgide. Said, miras konusunda şeriat kurallarına atıf yaparak cinsiyet eşitliğine karşı çıkıyor.

Kays Said ve Türkiye

Şunu öncelikle belirtmek lazım Said, bugüne kadar Türkiye’nin Libya politikasına olumsuz bir tesirde bulunmadı. Hatta Türkiye-Libya mutabakatının sadece bu iki ülkeyi ilgilendirdiğini söyledi. Türkiye-Tunus ilişkilerine önem verdiğini açıkça ifade eden Said, aşağıdaki açıklamasıyla Libya mutabakatına dolaylı bir destek açıklamasında da bulunmuş oldu:

Libya meselesini tüm yönleriyle masaya yatırdık. Ancak, Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakat zaptı, iki ülke arasındaki sınırları belirliyor. Bu iki ülke arasındaki bir mesele. Tunus’u kapsamıyor. Bazı ülkelerin bu konuya ilişkin çekinceleri olabilir. Ancak dediğim gibi bu bizim Türkiye veya Libya ile meselemiz değil.

EuroNews

Buradaki temel sorun Tunus ve Fransa ilişkileri. Çünkü Said, ekonomik olarak çökme noktasına gelen ülkeyi Fransa ile yakınlaşarak darboğazdan çıkarmayı hedefledi. Hatta bu ilişki ülke içerisinde de tepki çekti. Nitekim Türkiye ile Fransa ilişkilerinin olumsuz seyri, Tunus-Fransa iş birliğinin Türkiye için tereddütle karşılanması ile sonuçlanabilir.

Türkiye, olaylar karşısında şu an bekle gör politikası izliyor gibi bir durum var. Çünkü Said ile ölçülü ve Türkiye’nin çıkarlarını da koruyan bir ilişkinin devamı arzu ediliyor.

Kays Said ve hükûmet gerilimi

Kays Said, Arap dünyasının en demokratik anayasasının mimarlarından biri olarak görüldü. (Bk. AA) Hatta Said, Nahda Hareketi’nin de desteğini aldı. Seçildiğinde, Tunus devrimine güç katacağı ve Tunus-Türkiye ilişkilerinin güçleneceği düşünüldü. Peki, ne oldu da denklem bu hâle geldi?

Henüz seçilmeden önce de “sistemin içinde ama sisteme karşı” bir kişi olarak kendini tanıtan Said, kendine destek veren siyasi partiler olmasına rağmen seçim ittifakına daima uzak durmuştu. Vurgusu daima kanun devleti üzerineydi. Parlamenter sistemin partiler üzerinden yürütülmesine karşı olduğunu her zaman dile getirmişti. Hatta henüz cumhurbaşkanı olmadığı dönemde parlemento seçimine katılmamış ve seçimi boykot etmişti.

Said’in parlamentoyu boykot etmesi aslında bugünkü yaşanacak sorunların bir göstergesiydi. Yarı başkanlık sistemiyle yönetilen ülkede Said’in söylemleri zaten bir başbakan ile çalışamayacağını ima ediyordu.

Yani Kays Said, fikir olarak Nahda ile uzak değildi. Fakat yönetim anlayışı olarak uyumsuzluk dikkat çekiyordu. Bu krize parlamentodaki dağınıklık da çanak tuttu. Çünkü onun cumhurbaşkanlığı dönemi, bir türlü hükûmetin kurulamamasıyla başladı. Olayı aslında fikrî olmaktan çok iktidara sahip olmaya çalışan erklerin savaşı olarak görmek doğru olacaktır.

Güç savaşında denge nasıl değişti?

Mecliste kurulmaya çalışılan hükûmetlerin bir türlü güven oyu alamaması ülkedeki siyasi krizi derinleştirdi. Kurulan hükûmetler ise zorlama hükûmet hâlini aldı. Bu durum dolaylı olarak cumhurbaşkanının gücünü de artırıyordu. Aslında ortaya bir sistem krizi çıkmıştı. Çünkü yetki alanı berrak olmayan ve yarı başkanlık sistemi ile göreve gelen bir cumhurbaşkanı vardı. Aynı zamanda bu cumhurbaşkanını halk seçmişti. Kısacası başbakanlık kan kaybettikçe cumhurbaşkanı sistemin en güçlü oyuncusu olma fikrini adım adım hayata geçirmiş oldu.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir