Acı çekmek deyimi, insanın zihinsel veya fiziksel olarak olumsuz anlamda sürekli uyarılma durumunu ifade eder. Bir insan için acı çekmek isteme ya da acıdan kaçma davranışları doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim Kandel’e göre acıdan kaçma hedonizm yani hazcılıktır. Hayatını mutlak haz üzerine bina eden kişiler, zarar görmekten çok korkar. Bu da sonu gelmeyen bir kısır döngüye sebep olur. Çünkü acıdan kaçan insanlar daima korku içerisindedir.
Acıdan kaçmak nasıl korkuya işaret ediyorsa “acı çektiğini duyurmak” ise bireye algısal bir üstünlük hissi katar. Bu durumu İsmet Özel “Acı çekmek ruhun fiyakasıdır.” dizesi ile ifade etmiştir. Oysaki acı çeken ruhun özel hissetme güdüsünü diğer özneler (yani insanlar) acıyı çeken insan gibi yaşayamaz.
Birçok kişi acı çektiği bir dönemde “kimsenin onu anlamadığını” söyler. Çünkü insanoğlu birçok kez benmerkezcidir. Kendisi için önemli olan bir acının başkaları tarafından da önemsenmesi onu mutlu eder.
Freud’a göre insanların gerçek varlıkları zihinlerinin derinliklerinde gizlidir. Bu gizemli bölgeye çoğu zaman kişiden başka hiç kimse ulaşamaz. İnsanlar kimsenin bilmediği gizli düşünceleriyle doğar, büyür ve ölürler. Zihinsel süreçlerinde kendi benliklerini ön plana çıkaran insanlar için mutlak doğru kendi varlıklarıdır.
Kandel, hazcılık ve bencilliğin ilişkisini şu şekilde açıklar:
Freud’un Nietszche‘den ödünç aldığı bir terim olan id (“o”) tamamen bilinç dışıdır. Mantığın ya da gerçekliğin hükmü altında değil, haz peşinde koşturmak ve acıdan kaçmak gibi hazcı bir ilkenin hükmü altındadır. Freud’a göre id, ilkel bebek zihnini yansıtır.
Kandel, Belleğin Peşinde, s. 83
Acı çekmek sanatsal bir haz mıdır?
Dünyadaki birçok yazar acıdan beslenir. Hatta başta “Suç ve Ceza” olmak üzere büyük romanların birçoğu acı üzerine kurulmuştur. Çünkü sanatın öznesi bireydir. Acı çeken insan içerisindeki benliği daha iyi tanıma fırsatı bulur. Bu da önemli bir ilham unsuru olarak edebiyatı destekler.
Ancak birçok edebî kişilik acının bireysel yönünden çok toplumsal yönüyle ilgilenir. Böylelikle toplumun ıstırabını kaleme alır.
Öyleyse şimdi acı çekmenin nasıl bir mekanizma içerisinde gerçekleştiğini öğrenelim.
İnsanda acı ve tepki mekanizması nasıl işler?
İnsanoğlunun acı ve tepki mekanizmasının temel belirleyicisi zamandır. Nitekim verilen tepkinin süresi uzadıkça bu etkinin gücünü gösterir.
Kandel bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
Kola hafif bir dokunuş gibi hafif bir uyarıcı saniyede iki ya da üç aksiyon potansiyeli doğurur. Oysa çimdiklemek ya da dirsek atmak gibi güçlü bir uyarıcı, saniyede yüz aksiyon potansiyeli ateşleyebilir. Keza oluşan duyumun süresi, aksiyon potansiyellerinin üretildiği sürenin uzunluğuyla belirlenir.
Kandel, Belleğin Peşinde, s. 111
İnsanın belki de en çok acı çekmesine neden olan organı beyindir. Örneğin sık sık bir sorunla karşılaştığımızda “kafaya takma” deriz. Çünkü fiziksel bir zarar görmeyeceğimiz hâlde beynimiz bize algısal bir üzüntü ortamı yaratır. Biz de o ortamın içerisinde acı çekeriz. Ama ne ilginç ki beynimizde acı reseptörü yoktur.
İlk yorum yapan siz olun