Sultanı Öldürmek | Bu kitabı iki boyutta değerlendireceğim dostlar. Romanın karakterlerini ve kurgusunu ayrı, tarihi bölümlerini ayrı. Çünkü roman olarak baktığımda gayet başarılı bulsam da tarihi bölümlerine dokundurmadan geçemeyeceğim.
Roman Müştak Serhazin ile başlıyor. Psikojenik füg yani geçici unutkanlık hastalığı olan bir profesör…Yıllar önce delice sevdiği ve yıllardır unutmadığı aklında ve kalbinde her daim koruduğu ancak delice sevgiden delirecek gibi olduğu umutları söndüğü, kendine kızdığı yıllardan sonra eski sevgilisi onunla buluşmak istiyor buluşmaya gittiği gün eski sevgilisini evinde ölü buluyor. O akşam unutkanlık krizi geçiren Müştak, onu oraya getiren karmaşık düşüncelerin de etkisiyle öncelikle kendinden şüpheleniyor. İşte romanda ilk hoşuma giden romanı benim gözümde farklı kılan bir unsur.
Katil kendisi mi?
Evetse bunu kanıtlaması lazım, hayırsa dikkatli olması lazım. Bu gelgitlerle birlikte kendince bir dedektiflik oyunu oynar gibi araştırmaya koyuluyor. Oyun dediğime bakma adeta cehennem azabı. Fakat bir okur olarak hiçbir zaman Müştak’ın yaptığına inanmadım. Ne diyorum ben? Müştak’ı ne kadar da sahiplenmişim öyle. Yazara bir artı not da buradan vermem gerek öyleyse. Zavallı Müştak’ın psikolojik profilini o kadar güzel çıkarmış ki sahiplenmemek mümkün değil. Müştak’tan şüphelenmediğim gibi Tahir Hakkı’dan da öğrencilerinden de hiçbir zaman şüphelenmedim.
Müştak’ın eski sevgilisi Nüzhet’in tarihin dokunulmazlarına dokunmak istemesi, hoş olmayan konuları dillendirmekten hoşlanması sebebiyle; tarihine kördüğümle bağlı, faşizme kaçan milliyetçiliğin doruklarında sabahlayan üç beş serserinin yaptığını düşündüm. Çok okumayı sevmeyen bu serseriler oradan buradan Nüzhet’in geçmişe saygısızlık ettiğini duyarlar, internetten merak edip bakarlar ve gerçekten öyle olduğunu görürler. Mektup açacağını aldıkları gibi…Mektup açacağı demişken, maktulün mektup açacağı ile öldürülmesi, ölen sevgilinin evine gelindiğinde asansörle daireye çıkılması ve kapının açık olması sana da bir şey anımsattı mı? Son zamanlarda okuduğum başka bir polisiyeyi hatırlattı bana “Şah Mat” İlginç bir benzerlik değil mi? Aman sakın buradan başka bir şey çıkarma, ufak bir benzerlik hepsi bu. Bir ara Şah Mat hakkındaki düşüncelerimi de yazmalıyım.
Biz dönelim Müştak’a.
Müştak bir kendinden bir başkalarından şüphelenerek ve araştırarak ve bu uğurda polise de zaman zaman yalan söyleyerek geçire dursun günlerini ben biraz daha derinlere inmek istiyorum Müştak’ın geçmişinde.
Yazar Müştak’ı tanıdığı birinden esinlenerek mi yazmış bilmek isterdim çünkü gerçekten birini yazsa ancak bu kadar gerçekçi olurdu. Müştak gibi insanları anlayabilmek için veya insanların nasıl olup da böyle bir biçime girdiklerini çözebilmek için sanırım anne babaya bakmak gerekir. Kohlberg’in ahlak gelişimi kuramından bahsetmek istiyorum. Kendi içinde evrelere ayrılan bu kuramda ana hatlarıyla üç guruba ayrılı. Gelenek öncesi evre, geleneksel düzey ve gelenek sonrası evre. Bunlardan geleneksel düzeyi biraz açıklamam gerekir ki babasını anlayabilelim.
Geleneksel düzey kendi içinde ikiye ayrılır.
Kişiler arası uyum ve Kanun ve düzen eğilimi evresi. Şimdi Kanun ve düzen eğilimi evresinde kim aklına geldi? Bu evrede insanlar otoriteye uyma, sosyal düzene uyma, toplum kurallarına bağlı olma konusunda çok dikkatlidirler, hatta aşırı bağlıdırlar. Eğitim ve sosyo-ekonomik seviyesi ne olursa olsun bir çok insan bu evreye takılıp kalmıştır. Müştak’ın babası gibi, çoğumuzun babası gibi, kuralcı disiplinli, otoriter. Gelenek sonrası düzeyde ancak konunlar sorgulanmaya başlar, insan yaşamını zorlaştıran kuralların değiştirilebileceği gündeme gelir ve en sonunda insanın bütün kurallardan ve değerlerden daha değerli olduğu görüşüne ulaşılır.
Müştak’ın annesine gelince bu kez anne baba tutumlarına değinmeden geçmek istemiyorum. Çok çeşitli anne baba tutumları var. Baskıcı otoriter, gevşek tutum (çocuk merkezli aile), koruyucu tutum, dengesiz ve kararsız tutum, ilgisiz ve kayıtsız tutum, demokratik tutum. Bunların hepsine değinmeyeceğim tabii ki. Müştak’ın annesinin tutumu anlamışsındır.
Koruyucu tutum, çocuklarını aşırı koruyarak bağımsız karakter gelişmesini engeller, düşünce hemen kaldırır, her an yanındadır, yanlışlarını bulmasına yardımcı olmaz çünkü kendi bulur önüne koyar. Çoğumuzun annesi gibi; bir çok anne de çocuklarını aşırı koruyarak onlara kötülük yaptıklarının farkında değildir. E anne koruyucu, baba baskıcı ve otoriter olunca dengesiz ebeveyn tutumu gelişiyor ve pasif ezik çekingen Müştaklar ortaya çıkabiliyor. Karakterlerin gerçekçi olduğunu söylerken işte bunu kastediyordum. Müştak’ın annesine babasına kadar ayrıntılı uzun uzun yazdığımı düşünüyor olabilirsin. Aslında ben Müştak’ı anlatırken hayatımızdaki Müştakları anlatıyorum, çevremizde çok fazla var bunlardan inanın bana.
Bu profilde bir insan cinayet işleyebilir mi işleyemez mi sorusuna cevap ararken polisler eve damlıyor bile.
Burada beni şaşırtan çok da mühim olmasa da dile getirmek istediğim bir durum var. Bir polisin bu kadar iyi tarih bilmesi ne yalan söyleyeyim beni şaşırttı. Tamam annesi tarih öğretmeni olabilir ama herkes anne babasının mesleğine bu kadar vakıf olamaz, komiser Nevzat II. Murat dönemi hakkında ayrıntı denecek bilgilere sahip ve neredeyse bir tarih profesörü ile tarih hakkında uzun uzun konuşabilecek seviyede. Bir de yine komiserlerimiz Nevzat ve Zeynep iş başında. Tabii eve ilk geldiklerinde Zeynep komiserimiz yok ancak diğerlerini bir şekilde atlatıyor Müştak, hatta başkalarını polislerin önüne yem olarak sunmak pahasına ilk anda kurtarıyor paçayı. Nüzhet’in yeğeni olsun, Çetin, Sibel, Erol üçlüsü olsun yok yok hiçbiri değildi bana göre katil. Hatta Sibel’den şüphelenmesi esnasında Müştak’ın iç sesi tebessüm ettirdi.
Bu üçlünün arasında Çetin biraz daha sivriydi.
Hocayı almaya geldiği gün kamyoncuya sinirlenme biçimi “Acaba mı” dedirtse de yok yok bu okuldan biri olamazdı dışarıdan birileri olmalıydı beklenmeyen şaşırtıcı biri.
Çetin demişken sana bir anımdan bahsetmeden geçemeyeceğim. “Ne yaptın be sohbetçi, senin anının ne işi var şimdi uzattıkça uzattın.” dediğini duyar gibiyim. Ama benimki sıradan bir kitap yorumu, kitap eleştirmeni tadında bir yorumlar dizisi değil bunu sana baştan söylemiştim, bunun adı sohbet kitaplardan hayata akabiliyor bazen. Şimdi gerçek hayattan bir kötü anımı paylaşmamı hoş gör. Bir gün şehirler arası yolculuk esnasında, evimize dönerken yaşadığım ve üzerine çok düşündüğüm kötü anım.
Hamileydim ve il merkezindeki hastaneden doktor kontrolünden dönüyoruz eşimle birlikte.
Akşam hava karardı dikkatli bir şekilde kıvrımlı yollarda, günün yorgunluğu sırtımızda olmasına rağmen ilerliyoruz…Uzun farlarımız açık bir şekilde ilerlerken karşıdan araç gördüğümüzde kısaları açıyoruz rahatsız olmasınlar diye, çünkü biz de karşıdan gelen uzun farlardan rahatsız olabiliyoruz ve gözümüz bir an kamaşabiliyor. Bu şekilde giderken karşıdan büyük bir araç ve çok parlak beyaz bir ışığı göründü, eşim karşıdaki mesajı alsın diye hemen kısaları yaktı. Normalde bunu gören ister dikkate alır ister almaz onun bileceği iş ancak bu kamyoncu dikkate almamakla kalmadı. Meğer adamın kamyonunda düzenek varmış. Ön camların etrafını çerçeveleyen o dikdörtgen çerçevenin hepsi birden bembeyaz parlak ışıklarla parladı ki şimşek yanında sönük kalır. Zannedersin konser için kullanılan platformların üstündeki sayısız ışıklardan biri. Ortalık öyle bir aydınlandı ki bizim gözler bu parlaklığa bakamadı bile, rastgele devam ettik yola. Tek şansımız o kıvrım kıvrım yolda yolun düzgün bölümüne denk gelmiş olmamızdı, yani kavisli bir yerinde olsak ne bileyim küçük bir çukur olsa veya dere kenarından geçsek ne olurdu tahmin edersin.
Ertesi gün haberlerde “Genç çift doğmamış çocukları ile birlikte hız kurbanı oldu.” diye geçebilirlerdi. Kim nerden bilecekti, düşüncesiz magandanın biri sırf keyfine düzenek kurdurmuş ve ışıklı bir canavar gibi insanları ölüme yollamış. O yüzden o satırları okurken Çetin’e hiç kızmadım, tepkisinin gayet insani olduğu kanısındaydım her ne kadar tepki biçimi bana uymasa da.
Çetin de getirdi hocayı ve Tahir Hakkı’nın gezisine katılma şansı buldu Müştak Hoca. Biz de kitabın en yoğun en derin tarih bölümlerine geldik.
Tahir Hakkı vatanını seven tarihi değerlerine önem veren, tarihi şahsiyetlerine pek de laf söyletmeyen, bu şahsiyetlere laf söylenince babasına söylenmiş gibi alınan üzülen cenahın temsiliydi bu romanda.
Nüzhet ise gelişime açık, geçmişi kurcalamaktan hoşlanan, milli değerlere ters düşmekten pek de çekinmeyen kesimin temsiliydi.
Evet bu iki karakter ülkemizde de bulunan iki tür görüşün temsili olarak verilmişti kitapta. Nüzhet bunu bilimsellik adına yapsa da ilgi çekme, kariyer yapma, yurt dışında da beğenilen tarihçilerden olma gibi sebepleri de yok değil. Gerçekte de bu böyle değil midir? Yurt dışında üç beş ödül almak, “Vay be adam tabuları yıktı” dedirtmek, kimi zaman bir üniversitede ders vermek, ülke sınırları dışında ün salmak adına yapılmaz mı bazı şeyler? Bir türkü tutturur giderler bet sesleriyle, karga sesidir adeta ancak bülbülüm zannederler dışarıdan alkışlanınca.
Kitabın tarihi bölümlerini günümüz hikayesiyle çok güzel harmanlamış yazar.Hatta Bab-ı Esrar’da bir görünüp bir ortaya çıkan Şems’ten daha da hoş oturmuş geçmiş, geleceğin içine;dersine de çalışmış araştırmış yazar belli.Çok güzel yazıyor, kurgular mükemmel ama Ahmet Ümit’te bir şey var.Kitapta çizilen Fatih Sultan Mehmet resmi bizim gördüklerimizden farklı ve biraz bulanık sanki.Nüzhet gibi söylenmeyeni söylemek adına mı yapıyor bunu bilemiyorum ama hadi Bab-ı esrar da koskoca Şemsi Tebrizi’nin katilmiş gibi kurgulanması, eşi Kimya’nın onu ahlaksızca aldatmış olması hem de Mevlana’nın oğluyla; bütün bunlar kurgu dedim çok üzerinde durmamaya çalıştım, çünkü onun yazdığı Şems beni etkilememişti.
Özlem KARAPINAR
Tıpkı Sultanı Öldürmek romanında olduğu gibi sizin kitap özetleriniz de sitemizde yayımlanabilir.
İlk yorum yapan siz olun