İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Güneşli Hayıflanmalar | Mesut ÇİFTCİ

Güneşin tenimi yakmasından hoşlanıyorum. Herkes yaz günü köşe bucak kaçarken güneşten, ben üzerine üzerine gidiyorum güneşin. İçim dışım pişsin istiyorum çünkü. İçim cayır cayır yanarken, dışım neden çiğ kalacakmış?

İnsan zamanla birlikte, zamanın bizzat içinde kaybolup gidiyor. Geçmişte yaşadıklarım bırakmıyor peşimi. Benim herkesin aksine keşkelerim var. Nedense hiç kimse sahiplenmiyor keşkelerini. Bense biliyorum ki beni ben yapan keşkelerimdir. Zaman içinde yoğrulmuşlardır kendileri ve hepsi bizzat bana aittir. Keşke olmasalardı dediğimde çok olur hani, içine düştüğüm paradoksun labirentlerinde bir çıkmazdan diğerine sürüklenirken.

İşte orda duruyor çocukluğum, yanı başında tanıdık simalar.

İşte babaannem, sanki hiç yaşlanmamış, dizleri hala tutuyor, yürüyebiliyor, o çok sevdiğim hasta çorbasından yapıyor bana. Dedem geliyor yemyeşil bahçenin kapısından, omuzları daha dik, daha bir babayiğit sanki hiç yaşlanmamış gibi. Amcalarımda öyle duruyorlar delikanlı, yiğit. Hepsi birer dağ gibi. Ne birisi ölmüş, ne diğerleri ihtiyarlamış. Çocukluğumun izleri zihnimin meydanlarında, bense güneşin altında, gökyüzünü izliyorum. Sanki daha önce hiç görmemiş, hiç yaşamamış gibiyim. Havalandırmak istiyorum yüreğimin kuytuluklarını. Bu nem, bu kekremsi koku, bu olmamışlık, bu paslanmışlık havasızlıktan olsa gerek diye düşünüyorum. Hava alamıyorum bir an. Gözlerim kararıyor.

En iyi sapanı ben yapamasam da, en yukarıya benim yaptığım uçurtmalar çıkmasa da, en güzel oyuncaklar benim olmamışsa da en güzel çocukluk benim çocukluğumdu, biliyorum. Yoksa bu kadar çok özler miydim çocukluğumu? Bu kadar çok hatırlar mıydım? O zamanlar birdik, bizdik ve koskocaman bir aileydik. Aynı sofrada yemek yer, aynı bahçede çay içerdik. Birimizin derdi hepimizin derdiydi. Hep beraber sevinir, hep beraber üzülür ve hep beraber kavgaya giderdik. Hiçbir şey hiç kimsenin değildi, hepimizindi. Şimdi hayat benim hayatım, ev benim evim, telefon benim telefonum, araba benim arabam, televizyon benim televizyonum, bilgisayar benim bilgisayarım. Anlaşılacağı üzere yapayalnız bir adamım. İnsan ne zaman kurtulursa benliğinden o zaman kurtuluyor yalnızlığından.

Dün gibi okulda beni rahatsız eden zibidiyi amcama şikâyet edişim, daha dün gibi amcamın okul çıkışı amcamın zibidileri sıkıştırması. Daha bu sabah gibi amcamın ilk oğlunun doğumuna sevinişim, yerimde duramayışım, daha sonra hiç görmediğim emmioğlum. Şimdi gibi hastane önünde ameliyat olan babaannemi bekleyişim. Ne oldu sonra? Hiç yaşanmadı mı tüm bunlar? Ben hiç çocuk olmadım mı? Biz hiç aile olmadık mı? Hiç sevmedik hiç sevinmedik mi? Gözyaşlarımız yalan mıydı, uykusuz endişeli gecelerimiz? Hiç biri yaşanmadı mı bunların? Tatlı bir rüya mıydı tüm yaşananlar?

Yaksın istiyorum güneş tenimi, içim cayır cayır yanıyor çünkü. Bu sıcak yaz gününde yalnızca ben kaçmıyorum güneşten, bir ben takmıyorum güneş gözlüklerini; güneşi görebilmek için belki…

Mesut ÇİFTCİ

Üç aylık edebiyat yayınımız Betik’in evren sayısını okumak için tıklatın.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir