Sünbülzâde Vehbî, 18. yüzyılda yaşayan ve özellikle hiciv ve pendname (öğüt kitabı) alanında ün salmış bir şairdir. Vehbî’nin en önemli eserleri Divan, Lutfiyye, Tuhfe-i Vehbî, Nuhbe-i Vehbî ve Şevk-engîz’dir. Edebî kişiliği açısından değerlendirildiğinde şair, lirik bir üsluba sahip değildir.
Kısaca maddelemek gerekirse:
- 18. yüzyıl divan şairidir.
- Özellikle hicivleriyle ünlüdür, sivri bir dili vardır.
- Önemli devlet görevlerinde bulunmuş bir Osmanlı bürokratıdır.
- Birçoklarına göre şiirleri lirizm açısından eksiktir. Fuzûlî gibi şairlerle karşılaştırıldığında şiirinde duygu eksiktir. Ancak bazı araştırmacılar bu görüşe katılmaz.
- Pendnâme türünde eserler de yazmış, özellikle çocuklara nasihatlerde bulunduğu Lutfiyye ile ünlenmiştir. Bu eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır.
- Gazelleri ve kasidelerini Divan’ında toplamıştır.
Abstract
Sünbülzâde Vehbî is a poet who lived in the 18th century and was especially famous in the field of satire. To put it briefly:
- He is an 18th century poet.
- He is especially famous for his satires, he has a sharp tongue.
- He is an Ottoman bureaucrat who held important state positions.
- According to many, his poems are lacking in lyricism. However, some researchers do not agree with this view.
- He also wrote works of the Pendname type, and he was especially famous for Lutfiyye, where he gave advice to children. This work is written in mesnevi verse form.
A- Yaşamı
18. yüzyıl divan şairi. 1718’te Maraş’ta doğmuş, 29 Nisan 1809’da İstanbul’da vefat etmiştir. Doğum adı Mehmed bin Râşid bin Mehmed’dir. Sünbülzâdeler adı ile tanınmış bir ulema ailesinden gelir. Çocukluk ve ilk gençlik yılları hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Ancak gençliği hakkında Dîvân’ındaki şiirlerden bilgiler bulmak mümkündür. İstanbul’a geldikten sonra devlet büyüklerine kasideler sunup çeşitli olaylar hakkında tarihler düşerek kendini tanıttığı bilinmektedir. Sünbülzâde Vehbî, devlet ricaline girdikten sonra çeşitli yerlerde kadılık yapmış (Yaş, Bükreş, Eflak ve Boğdan) daha sonra tahta III. Mustafa’nın geçmesiyle birlikte hacegânlığa yükseltilmiştir. Bu dönem içerisinde III. Mustafa’ya bir kaside yazmıştır. Abdulhamit döneminde de saraydaki saygınlığı devam etmiştir. Ancak;
Alıp üstâddan izn ü du'âyı Okutdum niçe ders-i Müntehâ'yı (Mes. 7/16)
biçimindeki beytinden; şairin, kadılık ve hacegânlık makamından önce bir dönem müderrislik yaptığı da anlaşılmaktadır. Vehbî bir başka beyitinde ise müderrisliği geçim sıkıntısından dolayı bıraktığını söylemektedir.
Şair hacegânlık görevinden sonra Anadolu’ya akınlar düzenleyerek sınır boylarını yağmalattıran İran şahıyla yapılacak görüşmelere katılmak üzere İran’a elçi olarak gönderilmiştir.
Ancak bu elçilik sırasında İran’la yapılan görüşmelere katılan bir diğer kişi olan Bağdat Valisi Ömer Paşa ile arası açılmıştır. İran’la olan sorunların temelinde Ömer paşa’nın bir “aşiret reisi” gibi davranmasının yattığını düşünen Vehbî, bu görüşünü saraya bildirmeden Ömer Paşa tarafından İran şahıyla ittifak kurmak gibi çeşitli zanlarla suçlanmış ve sultan I. Abdulhamit’e şikayet edilmiştir. Bunun üzerine Vehbî henüz İstanbul’a dönmeden hakkında ölüm fermanı çıkarılmıştır. Bunu haber alan Vehbî, bir kurye kılığında İstanbul’a dönmüş ve bir arkadaşının evinde saklanmıştır. Bu dönemde yazdığı manzum seyahatname örneği olan Tannâme sayesinde sultan tarafından affedilmiştir.
Sünbülzâde Vehbî, bu başarısızlığın sonrasındaki yedi yıl boyunca devlet ricalinden dışlanmış ve yokluk içinde yaşamıştır. Sadrazamlık görevine Halil Hamid Paşa’nın geçmesiyle birlikte kadılık makamına geri dönmüş ve Rodos, Zağra, Manisa ve Manastır’da kadılık görevinde bulunmuştur. Halil Hamid Paşa’ya olan teşekkürünü iletmek amacıyla kendisine dört adet kaside sunmuş ve uzun zaman medreselerde ders kitabı olarak okutulan Tuhfe-i Vehbî adlı manzum Farsça-Türkçe sözlüğünü Halil Paşa’nın iki çocuğunun adına kaleme almıştır.
Vehbî Rodos’tayken Şahin Giray’ın yakalanıp idam edilmesine sağladığı destekten dolayı yeniden sarayda ayrıcalıklı bir konum edinmiştir.
Kethüdası şair Sürûrî ile birlikte tarih yazıcısı (müverrih) gibi önemli görevler üstlenmiştir. Ancak Zağra’daki kadılık görevi sırasında Şahin Giray’ın öcünü almak isteyen bir grup Tatar tarafından mahkemesi basılmış ve bir müddet hapsedilmiştir. Bu dönemde kendisini her fırsatta hicveden kethüdası Sürûrî tarafından yolsuzlukla suçlanmış, mahkemenin basılmasını da bu duruma bağlamıştır. Ancak vehbî sultana sunduğu Dîvân’ı çok beğenilince daha da itibar kazanmış ve III. Selim tarafından “Sultânü’ş-şuâra” unvanına layık görülmüştür.
Şair yaşamının son dönemlerinde saray çevresinden edindiği desteklerle rahat ve eğlence içinde bir yaşam sürmüştür. Yakalandığı eklem romatizması sonucunda1809’da İstanbul’da ölmüştür, mezarı Edirnekapı Mezarlığı’ndadır.
B- Edebî Kişiliği
Sünbülzâde Vehbî, genel olarak şiir tekniğini iyi bilen ve uygulayan; ancak şiirleri lirizmden uzak bir sanatçı olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda Ziya Paşa onu dağda yetişmiş kokusuz güle benzetmektedir. Mengi’de bu görüşü destekler ve onun şiirini şekil olarak güçlü, anlam olarak açık ama kuru bir anlatıma sahip şeklinde açıklar. Vehbî’nin Dîvân’ı incelendiğinde vezni bozuk tek bir dizeye bile rastlanamaması, onun şekil olarak yakaladığı standardı ortaya koymaktadır. (Yenikale, 28: 2011) Vehbî’nin kuru bir anlatımı olduğu genel bir kabul olsa da buna karşı çıkan görüşler de vardır. Örneğin Ali Canip Yöntem bu görüşe şu sözleriyle katılmadığını belirtmiştir:
“XIX. asra girerken ve girdikten sonra edebiyatımızın en büyük şöhreti Sünbülzade Vehbi Efendi idi. Ziya Paşa’nın “Benzer kukusuz güle cebelde” demesi meslek müntesipleri (ilgilileri) arasında onu daima yavan, soğuk şeyler yazar bir geveze olarak telâkki ettirmiştir. Halbuki hakikat böyle değildir. Çağdaşları ona “müntehab-ı mecmua-yı şuara”, “sahib-i Divan-ı memleket-i bülega” vasıflarını verdikleri gibi Üçüncü Sultan Selim asrında da eserlerinin “cümle indinde muteber ve birer yadigâr-ı makbul ve ber-güzar-ı müftehar (herkes tarafından değer verilen birer makbul yadigâr ve iftihar edilen bir hatıra)” olduğunu haber veriyorlar. Zevk ve tenkit âleminde, gönül kimi severse, güzel odur diyebiliriz; fakat devrinde ve devrinden sonra uzun yıllar bütün edebî mahfillerde (toplantı yeri), hatta tedris (ders verme) sahasında, mühim mevki kazanmış bir adama, edebiyat tarihiyle uğraşanlar lakayt kalamazlar.” (Yöntem, 81: 1946)
Vehbî daha çok 16. yüzyıl şairlerinden olan Sabit’in etkisinde kalmış; gözlemlerini, günlük yaşamı, geleneği ve toplumsal değer yargılarını şiirine yansıtmıştır.
Hatta Şevk-engîz’de olduğu gibi zamanında kimsenin yazmaya cesaret edemeyeceği kadar teklifsiz bir dil kullanmış, Divan şiirinin mevcut kalıplarının dışına çıkmıştır. Şair, Arapça ve Farsçaya bu dillerde yazılmış manzum sözlükler hazırlayabilecek kadar hâkim olsa da, onun temel amacı kendine özgü bir dil yaratmak ve şiir dilini Arap – Fars etkisinden kurtarmaktır. Bundan dolayı onun şiirinde yerli sözleri, atasözü ve deyimleri bolca bulmak mümkündür. Bunun için Vehbî’nin 17. yüzyılda başlayan “yerlileşme arayışının” bir devam ettiricisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Mengi, Vehbî’nin Nedim’den etkilendiği ancak onun düzeyine erişemediğini söylemektedir. (Yalın, 4: 2007)
Sünbülzâde Vehbî’nin önemli bir özelliği de hicivleridir.
Özellikle bir dönem kethüdalığını da yapan Sürûrî ile karşılıklı hicivleri önemlidir. Vehbî hiciv konusunda Nef’î’den etkilenmiştir. Şairin önem verdiği türlerden biri de kasideleridir. Yaşadığı müddetçe birçok padişah ve devlet adamına yazdığı kasideler sayesinde önemli oranda himaye görmüştür.
C. Eserleri
Vehbî’nin elde olan altı adet hacimli eseri vardır. Bu eserler aşağıda sıralanmıştır. Ancak şu an elimizde mevcut olmasa da kaynaklarda adı geçen Ikdü’l-cümân adında bir eseri daha olduğu bilinmektedir.
a. Dîvân
Sünbülzâde Vehbî’nin şiir söyleme gücünü gösterdiği yapıtıdır. Şair 1890’da daha önce bir araya getirdiği divanının üç dilde -Türkçe, Farsça, Arapça- olmak üzere yeniden düzenlemesini yapmıştır. Vehbî bu eserin Sünbülistân olarak adlandırılmasını istemiştir. Yapıt h. 1223’te Bulak’ta basılmıştır. Bugün bilinen 20 adet nüshası bulunmaktadır. S. Ali Beyzadeoğlu Sünbül-zâde Vehbî Dîvânı’nı doktora tezi olarak çalışmıştır.
b. Lutfiyye
Lutfiyye, Vehbî’nin oğlu Lutfullah’a verdiği öğütleri içeren eseridir. Mesnevi nazım biçimiyle yazılan eser, Dîvân’la birlikte basılmıştır. 1836’da ise Mekteb-i Fünun-ı Harbiyye tarafından basılan eser Ekim 2009’da Bavyera Eyalet Kütüphanesi tarafından sanal ortamda yayınlanmıştır. Vehbî her ne kadar yapıtın telif bir eser olduğunu söylese de, Lutfiyye’nin birçok yönden Nâbî tarafından yazılan Hayriyye’ye benzediği belirtilmektedir. 1181 beyitlik eser üzerinde S. Ali Beyzadeoğlu bağımsız bir çalışma yayınlamıştır. Beyzadeoğlu’na göre Vehbî, asıl kudretini şiirselliğin arka planda kaldığı bu eserinde göstermiştir.
c. Tuhfe-i Vehbî
Bu yapıt Farsça-Türkçe bir sözlüktür. 882 beyitten oluşan bu manzum sözlük edebiyatımızda en çok şerh edilen Farsça-Türkçe sözlüklerdendir. Eser uzun zaman medreselerde kullanılmıştır.
ç. Nuhbe-i Vehbî
Arapça-Türkçe bir manzum sözlük çalışmasıdır. 1948 beyitten oluşur. Vehbî, uzun yıllar kadılık görevinde bulunduğu için Arapça’ya vukûfiyetinin yanısıra, bugün bile yerel olarak kullanılmakta olan kelimeleri eserinde kullanmakla, böylece Türkçe’ye olan hâkimiyetini de göstermiş olmaktadır. Şâir, çocukların ezberlemesini sağlamak için son derece basit bir dil kullanmış ve lügati akıcı bir üslûpla nazmetmiştir. (Yurtseven, 1: 2003)
d. Şevk-engîz
Vehbî’nin Manisa’daki kadılık yıllarında yazdığı mesnevisidir. Eserde biri kadın düşkünü, diğeri oğlancı iki düşkün erkeğin başından geçen olaylar dilde kısıtlamaya gitmeden teklifsiz olarak dile getirilmiştir. Eserin akıcı bir dili olup yapıtta Divan edebiyatının anlamsal kalıplarının dışına çıkılmıştır. Şevk-engîz’in kütüphanelerde birçok nüshası bulunmaktadır. (Yalın, V: 2007)
e. Münşeât
Bugün elimizde sadece bazı bölümleri bulunan eseridir. Eser Vehbî’nin düz yazılarını içerir.
Ç. Şiirlerinden Örnekler
Târîh-i Vilâdet-i Hibetu'llâh Sultân Kerîme-i Mükerreme-i Ân Şehenşâh-ı Cihân (fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün) [Kaside] Mustafâ Hân-ı cihânbân-ı mu'allâ-şân kim Kadr ü şevketle odur mefhar-i Âl-i 'Osmân Ol şehenşâh-ı felek-câh-ı himem-fermânın Çâker-i dergehidir cümle selâtîn-i cihân Zâtıdır mihr-i cihân-tâb-ı sipihr-i şâhî Nesl-i vâlâsı dahi nür-i cemâl-i ekvân Hamdü li'llâh o sipihr-i himem ü şevketden Kıldı bir kevkeb-i dürrî-i mu'allâ leme'ân Şübhesiz mevhibe-i Hazret-i Sünhânî'dir Hibetu'llâh ile mevsûme olursa şâyân Müjdecidir niçe şehzâdelerin makdemine Hele âfâka safâ geldi o mihr-i rahşân Niçe evlâd-ı kirâmî-güheriyle böyle Müstedâm eylesin ol şâhı Hudâ-yı Mennân Vehbiyâ cevher-i târîhini neşr et yoluna Makdem-i hayr ile geldi Hibetu'llâh Sultân
İBTİDÂ REDİFLİ GAZEL ( mef'ülü / fâ'ilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün) Ol şâh-ı hüsne bu dil-i dîvâne ibtidâ Çıkdı tazallüm etmege dîvâna ibtidâ Gülden varak varak sabak aldı hezârımız Etdi edeble ders-i Gülistân'a ibtidâ Dem-sâzî-i nevâ-yı cihân-sûz-ı 'ışk ile Nây-ı kalem de eyledi efgâna ibtidâ Evvel edâ-yı şükrü görülsün bu ni'metin Etmek revâ mı besmelesiz hâna ibtidâ Vehbî bu 'arsanın niçe çâpük-süvârı var Çıkma semend-ı tab' ile meydâna ibtidâ
SABA REDİFLİ GAZEL ( fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilâtün / fe'ilün) Her seher rûşen eder çeşm-i dil-i zârı sabâ Getirip bâd-ı hevâ hâk-i reh-i yârı sabâ Bûy-ı gülden kafes-i bülbülü koymaz hâlî Künc-i hasretde unutmaz o giriftârı sabâ Henüz açılmadı bir kimseye ol gonce-lebim Dahi şemm eylemedi bu gül-i ruhsârı sabâ Bulsa Çîn'e götürür semme-i zülf-i siyehin Terbiyet etmek içün nâfe-i Tâtâr'ı sabâ Turrası sünbüle de beste-i zencîr ister Veehbiyâ kılma nevâ-sencî-i eş'ârı sabâ
SANA REDİFLİ GAZEL ( fa'ilâtün / fa'ilâtün / fa'ilâtün / fâ'ilün) Mest-i nâzım sıklet-i bûs u kenâr etmem sana Bezm-i âyşı mâye-i renc-i humâr etmem sana Seng-i âzârınla mînâ-yı dilim etdin şikest Bilmiş ol ancak a zâlim inkisâr etmem sana Teşne-leb kalsam da bu gülşende ey ebrû-siyeh Lâle-veş 'arz-ı derûn-ı dâg-dâr etmem sana Ey felek bîhûde gösterme hamîde kaddini Minnetim yok kıl kadar teklîf-i bâr etmem sana Feyz-i Hak gibi degildir hâside dersem nola Vehbîyim Vehbî nice ben iftihâr etmem sana
OLMASA REDİFLİ GAZEL ( mef'ûlü / fâilâtü / mefâ'îlü / fâ'ilün) Vermezdi bûs-ı la'l-i lebin sâgar olmasa Nukle vesîle nûş-ı mey-i ahmer olmasa Kâr eylemezdi zahmı reg-i câna dem-be-dem Hûn-rîz çeşminin müjesi neşter olmasa Etmeszdi çâk pîreheni zîr-i nâfa dek Elbette çâk çâk olacak bir yer olmasa Koçmak olurdu belki belin ol sitemgerin Böyle miyânede hatar-ı hancer olmasa Gelmezdi keyfimiz hele bir türlü Vehbiyâ Bezm-i cihânda bâde ile dilber olmasa
D- Kaynakça
IŞIK, İlhan (1990), Yazarlar Sözlüğü, “Sünbülzade Vehbi”, Michigan Üniversitesi, c. VII, s.395.
GÖLPINARLI, Abdülbâki (1955), Türk Klasikleri, c. 41, Divan Şiiri, 18. yüzyıl, “Sünbülzade Vehbi”, Varlık Yayınevi, s. 16.
YENİKALE, Ahmet (2011), Sünbül-zâde Vehbi: Dîvân, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş, s.13
BEYZADEOĞLU, S. Ali (2000), Sünbülzâde vehbî, Şule Yayınları, İstanbul.
HORATA, Osman (2009), Eski Türk Edebiyatı, Has Bahçede Hazan Vakti: XVIII. Yüzyıl Son Klasik Dönem Türk Edebiyatı, c. 54, Akçağ Yayınları, s.236.
YURTSEVEN, Necmettin (2003), Türk Edebiyatında Arapça-Türkçe Manzum Lügatler ve Sünbül-zâde Vehbî’nin Nuhbe’si, AÜ Sosyal Bilimler Endüstrisi, tez çalışması.
YALIN, Mehtap (2007), Sünbülzâde Vehbî’nin Şevk-engîz Mesnevisinin Karşılaştırmalı Metni ve Konularının İncelenmesi, 19 Mayıs Üniversitesi yüksek lisans tezi, Samsun.
YÖNTEM, Ali Canip (1946), Sünbülzade Vehbi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt 1, Sayı 1-2-3-4, İÜ: İstanbul.
Yazıyı hazırlayan: Ensar KILIÇ (2014). Bu yazının tüm hakları simitcay.com’a aittir. İzinsiz kullanılamaz.
[…] dile dolaşan dizelere ise mısra-i berceste denilmiştir. Mısra-i bercestelere örnek olarak Sünbülzade Vehbi‘nin şu şiiri […]