Türk Dil Devrimi ve Güneş Dil Teorisi üzerine yazılmış bu kapsamlı makale, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dil hassasiyeti ile ilgili bilgiler içeriyor. Türk Dil Devrimi’nin nedenleri nelerdi? Güneş Dil Teorisi neleri iddia ediyordu? Mayaca ve Türkçe ilişkili mi? Tüm bu soruların yanıtları makalemizde. Ayrıca ulaşmak istediğiniz başlıklara “İçindekiler” bölümünü kullanarak hızlı şekilde erişebilirsiniz.
Türk Dil Devrimi, 12 Temmuz 1932’den başlayarak Türk yazın dili ve halkın konuştuğu dili yakınlaştırmayı amaçlayan devrime verilen addır. Dil Devrimi’nin amaçları kuşkusuz bu kadarla sınırlandırılamaz: Ulusal kimlik arayışı, ulusal dil, akıcılık, anlaşılırlık, bilimsellik… gibi etkenler de dil devriminin ortaya çıkmasında etkilidir. Bu devrim özellikle Genç Kalemler dergisi ile başlayan sade dil hareketi ve İstanbul Türkçesini temel kabul etme düşüncesini resmîleştirmiştir. Ayrıca 1911’den 1923’e kadar etkin bir biçimde devam eden Milli Edebiyat akımı da devrimin altyapısının oluşmasında etkilidir.
İçindekiler
Makalemizde Türk dilinin 20. yüzyılın başlarından itibaren geçirdiği yenileşme süreci açıklanmaya çalışılacak, Güneş Dil Teorisi, Dil Devrimi’nin üçüncü safhası olarak ele alınacaktır.
19. yüzyıla geldiğimizde; karşımıza oluşumunu tamamlamış ve bir nevi zümre dili hâlini almış bir dil olan Osmanlı Türkçesi çıkar. Bu yeni dil dairesi, yalnızca yabancı dillerden ödünç sözcükler almakla kalmamış, dilin gramatik yapısında da önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Özellikle Arapça ve Farsçadan geçen ödünç kelimeler, Türkçedeki ilgi eki yerine Farsça terkip “i”si sayesinde tamlamalar oluşturmuş (ehl-i dil, ahval-i seniyye vs.), Türkçe sentaksa uymayan ölçülerde dizimlenmiş beyitler yazılmıştır. Bu kuşkusuz halkın konuştuğu dil ile farklılık gösteren entelektüel bir dil dairesine işaret etmektedir.[1]
1932 resmî bir ideoloji kapsamında Dil Devrimi’nin ortaya çıkış tarihi olarak görülse de; aslen dil devriminin ilk adımlarının Tanzimat’la birlikte atıldığını söyleyebiliriz. Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi sanatçılar, batıda yeni gelişen düşünceleri halka anlatmak için ilk kez sade bir dil kullanmanın gereğini duymuşlar ancak uygulayamamışlardır. Alfabe değişikliği düşüncesi de ilk kez Tanzimat aydınlarınca gündeme getirilmiş ancak gelen tepkiler sonucu bu düşünceden vazgeçilmiştir. [2]
Dil konusundaki çalışmaların önemli bir boyut kazanmasıysa Yeni Lisan hareketine dayanmaktadır. Ömer Seyfettin ve Ali Canip‘in önderliğindeki bu hareketle birlikte Osmanlı Türkçesinin eylemsel olarak sonu gelmiştir. Ömer Seyfettin Genç Kalemler dergisindeki yazılarıyla yabancı gramer ve kelime gruplarıyla yüklü olan dönemin dilini eleştirmiş, İstanbul halkının konuştuğu sade dilin standartlaştırılmasını önermiştir.[3] Bu öneri; zamanla Faruk Nafiz, Halide Edip, Yakup Kadri gibi önemli edebiyat simalarının desteğini almış, Milli Edebiyat akımının da etkisiyle şair ve yazarların sanat anlayışlarında dahi önemli değişikliklere neden olmuştur. Beş Hececiler gibi topluluklar dili dönemine oranla oldukça yalın olan ve hece ölçüsünün kullanıldığı şiirler yazmaya başlamıştır. Hatta Ahmet Haşim bile Piyale’deki şiirlerinde sade bir dil kullanmıştır, sade dil hareketinden etkilenmeyenler ise Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin gibi birkaç kişiden ibarettir.[4]
Türk Dil Devrimi’nin düşünsel temelini kuranlardan bahsetmek gerekirse, karşımıza Türk ulusal düşünüşünün kurucusu Ziya Gökalp çıkmaktadır. Gökalp’in halka yönelmek olarak tarif ettiği milliyetçilik anlayışı, onun dil konusundaki düşüncesinin de ipuçlarını verir. O, Türk ulusunun bir araya gelmesini sağlayabilecek temel harcın kültür olduğunu düşünür. Dil ise kültürün en önemli parçası olarak karşımıza çıkar.[5] Bu kısaca: Dilde, estetikte, ahlakta, hukukta, dinde, ekonomide, siyasette ve felsefede Türkçülüktür.[6] Bu anlayış dönemin Türkçü şairi Mehmet Emin‘de adeta temsili bir boyut kazanır: “Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur.” 19 Mayıs Sultan Ahmet Mitingi‘ndeki Mehmet Emin’in şu sözleri bu dönemde dile ve topluma bakışı en iyi bir biçimde ortaya koyar:
Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî ananelere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor…
Mehmet Emin YURDAKUL
1932’ye kadar uzanan süreçte, Atatürk ve silah arkadaşları dönemin Arapça – Farsça yüklü sözcüklerinden yararlanmıştır. Ancak bu durum Atatürk’ün bu zamana kadar dil konusuna eğilmediğini göstermez. Yapılan araştırmalar sayesinde, Atatürk’ün 1907’de, Bulgar Türkoloğu İvan Manolof’a yazı değişikliğinin yapılması gerektiğini söylediğini, dil ve yazı konularında düşüncelere sahip olduğunu[7] öğreniyoruz.
Yeni Türk devletinde Türklük üzerine araştırmalar yapmak üzere kurulan ilk kurum, Atatürk’ün isteğiyle Mehmet Fuat Köprülü tarafından kurulan Türkiyat Enstitüsü‘dür.[8] 12 Kasım 1924’te kurulan bu kurum Türk Dil Devrimi’ne giden yoldaki önemli kilometre taşlarından biridir.
Yine 1924’ten önceki alfabe tartışmalarının boyutlarını Almanya Büyük Elçiliği’nin ülkesine verdiği şu rapordan öğreniyoruz: “Eğitimle ilgili tecrübeye sahip olduklarını düşünen Türk gazetecileri, alfabe değişikliği ile ilgili görüşlerinin doğru ve tam olarak anlaşılması halinde, Latin harflerinin faydalarının fazlasıyla takdir edileceğini düşünüyorlar. Böyle bir yeniliğe karşı geniş çevrelerden gelecek tepkileri küçümsüyorlar. Bu yeniliğin gerek halk içinde gerekse devlet içinde kültürel ve siyasi açıdan meydana getireceği köklü sonuçlarını dikkate almıyorlar.”.[9]
Türk Dil Devrimi’nin öncüsü olan yenilik kuşkusuz Yazı Devrimi‘dir. Öncelikle kurum ve kuruluşlarda uluslararası harflerin kullanılmasını kabul eden yasayla ilk kıvılcımları ortaya çıkan bu yenilik; 1 Kasım 1928‘de yeni bir kimliğe kavuşarak Arap harfleriyle temellenen Türk alfabesinin yerine Latin temelli alfabenin kabul edilmesiyle amacına ulaşmıştır. Ancak bu alfabenin hazırlanma aşamasında çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunların en büyüğü q harfinin kullanılıp kullanılmamasıyla ilgilidir.
Öncelikle q harfinin kullanılması düşünüldüyse de daha sonra Mustafa Kemal’in isteği üzerine bu harf alfabeden çıkarılmıştır.[10] Yine bazı ekleri ayırmak için kullanılması planlanan tire iminin de kullanılmamasına karar verilmiştir. Kazım Karabekir gibi dönemin önemli isimlerinin -Türk kültür sürekliliğinin sekteye uğrayacağı savıyla- karşı çıkmasına rağmen bu devrim hızlı bir biçimde hayata geçirilmiştir.
Mustafa Kemal’in Dil Devrimi öncesi yaptığı bu yenilik, Türk dilinin gelişmesi ve öğreniminin kolaylaşması için önemli bir boşluğu doldururken, Atatürk Harf İnkılabı’nın nedenlerini şu biçimde açıklamıştır:
“Bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir.
Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hatâ bizde değildir. Türkün
seviyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin
(geçmişin) hatâlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hatâları tashih edeceğiz
(düzelteceğiz).”[11]
Yazı Devrimi, Türk Dil Devrimi’ne giden yolda atılmış cesur bir adımdır. Devrim özellikle Avrupalılar tarafından şaşkınla karşılanmış, Atatürk yaptığı cesur devrimler yönüyle Rusya’yı Batılaştıran ve Rusya’nın kaderini değiştiren Rus Çarı Petro’ya benzetilmiştir.[12]
Türk Dil Devrimi’ni sağlayan altyapıyı betimledikten sonra dil konusundaki ana etkinliklerin yapıldığı 1932 sonrası dönemi inceleyeceğiz. Özellikle 1928’de duyurulan yeni yazı sisteminden sonra Türk dilinin ulusallaştırılması – özleştirilmesi yönündeki eğilimin aktif bir konum alması; Mustafa Kemal’in 1930’dan sonraki demeçleriyle oluşturmaya başladığı fikri bir altyapının sonucudur. Dildeki doğal gelişimin kaybolduğu, yabancı unsurların dilin yapısını tamamen egemen aldığı bir dönemde Mustafa Kemal bulduğu her fırsatta dil ve millet ilişkisinden bahsetmektedir. Ona göre bağımsız bir ulus, kendi kültür haznesini oluşturabilen ulustur.
Kültür dille yaşar, dilin mantığı toplumun mantığına da etki eder. Özellikle Farsça ve Arapçanın dildeki istila boyutuna varan etkisi, 19. yüzyılla birlikte Fransızcanın durdurulamayan tesiri; dil konusunda etkili önlemler alınması gerektiği gerçeğini doğurmuştur. Bu Türk dilinin arınık bir yapıya kavuşturularak kendi varlığını ve gelişimini yönlendirebilecek bir dil hâline gelmesini amaçlamaktadır. Atatürk bu konudaki duygularını şu biçimde ortaya koymuştur: “Milli his ile dil arasındaki bağlantı çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”[13]
Dil; istenilen çağdaş ulusun oluşturulması, vatandaşlık bilincinin ulusal bir sentezle kaynaşması, Doğu veya Batı’ya öykünen bir millet değil kendisi olan bir ulus bilincine varılması ve Orta Asya’da doğan öz Türk geleneğinin yeniden yaşam bulabilmesi gibi ideallerin temel koşulu olarak görülmüştür. Bireyin bildiği sözcüklerle düşündüğünü de göz önüne alırsak bu milli hislere tercüman olacak ideallerin gelişimi için Türk dilinin gerçek bir kaynak olduğu inkâr edilemez. Yüzyıllarca toprak bağımsızlığını elde etse bile fikri bağımsızlığını bir türlü elde edemeyen Türk ulusu için Dil Devrimi önemli bir fırsat olarak görülmüştür. Atatürk Dil Devrimi’ni bizzat yönetmiştir.
Görüldüğü gibi Türk Dil Devrimi yalnızca bir dil devrimi değildir. Bu devrimin arka planında hurafelerle, geri kalmışlıkla mücadele eden bir düşüncenin güçlü ideolojisi yatar. Dil Devrimi başlıca dört dönemden oluşmaktadır. Şimdi de bu dört dönemi inceleyelim.
Türk Dil Devrimi öncesinde başlayan bu hareketin temeli 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasına kadar götürülebilir. Çünkü Türk Dil Devrimi’ni değerlendirirken Türk Tarih Tezi‘ni de değerlendirmeye almak gerekir. Özellikle Avrupalı tarihçilerin Türk tarihi hakkındaki görüşlerinin yanlışlıklarını ortadan kaldırmak; dili ve tarihi uyum içinde büyük bir millet yaratmak idealinin tarih basamağındaki ilk ayağı bu kurumun kurulmasıyla yaşam bulmuştur.[14] Bu idealin ikinci ayağını ise resmî olarak Türk Dil Devrimi’nin duyurulması izlemiştir. Mustafa Kemal’in Thomson’un Inscriptions de l’Orkhon (Orhun Yazıtları) adlı kitabını bizzat orijinalinden okuyarak çeşitli notlar almış olması, onun dil ve tarih bilincini anlamlandırabilmemiz için oldukça önemlidir.[15]
12 Temmuz 1932‘de Türk Dil Kurumunun kurulması Türk Dil Devrimi’nin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Kurumun ilk adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olup ilk başkanı Sâmih Rif’at‘tır. Kurumun resmî Genel Ağ sayfasında Kurumun branş çalışmaları şöyle açıklanmaktadır: “Atatürk’ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun “Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın” adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir.”
1932’de TDK’nin kurulmasıyla hızlı bir özleştirme hareketine başlanmıştır. Böylece halk ve aydın kesim arasındaki uçurum ortadan kalkacak ve milli bir aydınlanma dönemi başlayacaktır. Bu yıllarda Atatürk Türkçenin kendine yetebilecek kadar sözcük türetebileceğine inanmaktadır. Bu görüş çerçevesinde Mustafa Kemal’in Türk Dili Dergisi‘nde yayınlanan şu söylevi konuya yeterince ışık tutmaktadır: “Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da, Türk tarihini, doğru temelleri üzerine kurmak; öz Türk diline, değeri olan genişliği vermek için candan çalışmakla olduğunu söylemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceğine şimdiden inanabilirsiniz.”[16]
Dili sadeleştirme çalışmalarında Norveç örneğinin üzerinde durulmuştur.
Bu yıllarda dili öz bir hâle getirmek için önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir. Öncelikle Osmanlı Türkçesi sözcüklerin karşılıklarının verildiği bir sözlük hazırlanarak, Arapça ve Farsça kelimelerin yerlerine bu kelimelerin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Dönemin temel hedefi, yeni sözcükler türetmek ve bu sözcükleri kullanılır hâle getirmektir. Bunun için I. Dil Kurultayı‘nda Norveç örneği ele alınarak yeni bir model geliştirilmiştir. Buna sava göre, Norveçte burjuva Norveççesi olarak da bilinen Dano – Norveç lehçesine karşı halkın daha çok konuştuğu Landsmaal lehçesinin kazandığı zafer odak noktasına yerleştirilmiştir. I. Dil Kurultayı açılışında Norveç’teki bu durum şöyle anlatılmıştır: “Yerli kelimeler alimlerin kelimelerini kovuyor. Yeni münevverler alimlerin kelimeleri yerine yeni ve mahalli kelimeler ihdas ediyorlar. Evvelden lisana giren ilmi kelimeler büyük bir hızla halk lisanından alınan tabirlere kendilerini terk etmektedir.”[17]
Görüldüğü gibi bu dönemdeki temel mantık yabancı kökenli sözcüklerin dilden uzaklaştırılması, bu sözcüklerin yerine Türkçe kelimelerin bulunması veya türetilmesidir.
Bu amaçla bu dönemde birçok sözcük dilden uzaklaştırılmıştır, yerlerine Türkçe karşılıkları kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca geçmiş dönem Türk yapıtlarına ve Türk lehçelerine de potansiyel bir söz hazinesi olarak bakılan bu yıllarda: Orhun Yazıtları, Divan-ı Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserlerden yapılan taramalar sayesinde o gün için unutulmuş birçok sözcük yeniden dile kazandırılmıştır. I. Dil Kurultayı‘nda bu durum şöyle ifade edilmektedir: “Dilimizi millileştirmek ve halka yaklaştırmak için bizim istifade edeceğimiz hazineler bütün dünya lisanlarından fazladır. Elimizde kim bilir kaç asırlık bir ana lisan her türlü kabiliyeti ve birçok lehçeleriyle teşebbüsümüze yardım edecektir. Her şeyde olduğu gibi sevgili halkımızla bilgi ve dilde de birleşeceğiz.”
I. Dil Kurultayı’nı izleyen dönemde birçok sözcük türetilmiştir.
Bu sözcüklerin birçoğu bugün için yaşamın içinde benimsenmiş sözcüklerdir. Yani bazı iddialarda söylenildiği gibi Türk Dil Devrimi başarılı olamayıp vazgeçilen bir yenileşme hareketi değildir. Dil gibi günlük yaşamın bir parçası olan ve dışarıdan müdahalelere karşı oldukça korunuklu bir yapı için gelinen bu nokta oldukça başarılıdır. Bu dönemde türetilen: Öğretmen, okul, öğrenci, bölge, seçim, seçmen, bakan, dilekçe, çoğunluk, gündem… gibi birçok sözcük bugün hayatımızın bir parçasıdır.
Danıştay, Yargıtay, Genel Kurmay gibi Türkçeleştirilen kurum adları da bugün hâlâ muhafaza edilmektedir.[18] Dönem içinde yeniden canlandırılan yanıt, yankı, ivmek, ödül, öykünmek, savcı, ozan, omurga gibi kelimeler de mevcuttur. Bu kelimeler Arapça – Farsça etkisiyle unutulmuş ve arkaik bir hâl almıştır. Söz edilen kelimelerin bazıları geçmişteki anlamlarıyla kullanılırken, bazıları ise farklılaşmış anlamlarıyla kullanılmıştır. Örneğin bir bütünü ifade etmek için kullanılan kamu yine anlam olarak bağlantılı olduğu genel halk kitlesi anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Ancak dönemin yazımında bu geri getirilen kelimelerin yazımında bir standartlaşma sorunu olduğu görülmüştür. Örneğin ulu sözcüğüne uluğ, kaygı sözcüğüne kaygu, yankı sözcüğüne yanku olarak rastlamak mümkündür. Bu durum arkaik hâldeki mevcut kelimelerin yapay bir tarihsel gelişime tabii tutulup tutulmaması gerektiği sorusunu akıllara getirmektedir. Zaten ileriki dönemlerde bu sözcükler dudak uyumuna bağlı bir biçimde yazılmaya başlanmıştır.
Dönemin önemli etkinliklerinden biri de Tarama Dergisi‘dir. Bu dergide yabancı kökenli kelimelere birçok Türkçe karşılık önerilmiştir. Ancak bir söze birden fazla karşılık önerilmesi derginin yeterince yararlı olamamasına neden olmuştur. Çünkü bu sözcükleri kullanan kurumlar farklı tercihler yapmakta ve kendi yazdıklarını ancak kendileri anlayabilmektedir. Örneğin kalem sözcüğü için yazgaç ve kamış gibi yedi adet karşılık önerilmiş ve birçok kurum farklı bir karşılığı kullanmıştır.[19]
İşlek olmayan ekleri işler hâle getirmek ve birleşik sözcükler kurmak dönemin bir diğer kelime türetme yolu olmuştur. Örneğin çok az kullanılan -EnEk eki ile: ödenek, seçenek, yetenek… gibi birçok kelime türetilirken; -sEl eki -nispet “i”si yerine- işlevsel bir gramere kavuşmuştur. Bunun yanında sağduyu (akl-ı selim), içgüdü (sevk-i tabii) ve akaryakıt (mahrukat-ı mayia) gibi birleşik sözcük hâlindeki karşılıklar türetilmiştir.[20]
1934’e kadar yoğun bir biçimde öz türetmeler ve tasfiyelerle birlikte ilerleyen devrim süreci önemli başarılar kazanmakla birlikte zamanla çeşitli şekillerde eleştirilmeye başlanmıştır.
Atılan bazı kelimelerin yerlerinin doldurulamadığı iddia edilmiştir. Yahya Kemal‘in Atatürk’e: “Peki ya efendim, bin yıllık kültür ve tarihimiz ne olacak?“ biçiminde devrim hakkındaki kuşkularını aktardığı bilinmektedir. Yine bu dönem içinde türetilen birçok kelime uydurma yaftalamasıyla özellikle daha sonraki dönemlerde eleştirilmiş ve dikkat çekici bir biçimde Nurullah Ataç: “O dönem Nurullah Ataç gece yatıyor, sabah kalktığında hiç dilde olmayan kelimeler üretiyor. Atatürk bu durumu daha sonra fark ediyor.” gibi ağır hicivlere maruz kalmıştır. Tüm bunların ötesinde türetilen kelimelerden dolayı anlaşmanın güç bir hâl aldığı da sıkça dile getirilmiştir.
Bu dönemde Atatürk tarafından 1934 Dil Bayramı nedeniyle kaleme alınmış bir kutlama yazısı ise şöyledir:
“Dil Bayramından ötürü Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeğinden, ulusal kurumlarından, türlü orunlardan birçok kutunbitikler aldım, gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu Kutlularım”
Atatürk bir dönem soyadını Kamal olarak yazmıştır.
Sonuç olarak bu ilk dönem, hızlı bir özleşme hareketine tanıklık etmiştir. Bu özleşme özel isimlere dahi yansımıştır. Mustafa Kemal’in kendi adını bir dönem öz Türkçede kale anlamına gelen Kamal olarak yazdığını biliyoruz. Ancak bu katı tutum zamanla daha ılımlı bir özleşme hareketine doğru evrilecektir. Özleşme hareketinin bu denli katı bir çizgide ilerlemesi yapılan işin yalnızca dille ilgili olmadığı, modern Türk ulusunun kültürel hazinesinin milli hisle yoğrulmaya çalışıldığının açık bir kanıtıdır. Atatürk’e göre Türk demek Türkçe demektir.
Yeni dilin anlaşılamadığı, dilden uzaklaştırılan kelimelerle birlikte dildeki fikri derinliğin kaybolduğu gibi eleştiriler üzerine Atatürk; daha az tasfiye ile birlikte zamana yayılmış bir Türkçecilik anlayışına yönelmiştir. 1934’ün sonları ile 1936 arasını kapsayan bu düşünceye göre özleştirme hareketi daha yavaş ama kararlı ilerleyecektir. Nitekim Atatürk’ün 4. dil bayramında yayınladığı mesaj, artık onun dilinde de öz bir anlatımdan çok halkın kullandığı dilin hakim olduğunu göstermektedir:
“Dil Bayramını mesai arkadaşlarınızla birlikte kutladığınızı bildiren telgrafı teşekkürle aldım. Ben de sizi tebrik eder ve Türk Dil Kurumu’na bundan sonraki çalışmalarında da muvaffakiyetler dilerim.”
Bu dönemde dilin yapısına giren, halkın bildiği ve kullandığı yabancı kelimelere karşılık bulmaya çalışmaktan çok, bilimsel dil alanında daha fazla çalışma yapılmıştır.
Özellikle bilimsel terimlerin Türkçeleştirilmesine büyük önem verilmiştir. Atatürk’ün bilim alanındaki Türkçeleştirmeye bizzat katıldığını ve bir geometri kitabı yazdığını da biliyoruz. Agop Dilaçar kitabın 1971 baskısına yazdığı ön sözde, kitabın yazılış hikâyesini anlatırken şu ifadeleri kullanmıştır:
“1936 yılının sonbaharında Atatürk, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman ve Agop Dilaçar’ı Beyoğlu’ndaki Haşet Kitabevine gönderir ve Fransızca geometri kitapları aldırır. 1936 yılının kışında Atatürk kitap üzerinde çalışır ve 44 sayfalık içinde geometri terimlerinin Türkçeleştiği kitap ortaya çıkar. Kitabın yazarının Atatürk olduğu kitapta belirtilmez sadece kapağında geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığı’nca neşredilmiştir şeklinde bir not düşülür.
Osmanlı döneminde okullarda okutulan geometri kitaplarındaki terimler anlaşılmaz bir durumdaydı. Üçgene müselles, alan için Mesaha-i sathiye, dik açı yerine zaviye-i kaime, yükseklik yerine kaide irtifaı deniliyordu. Üçgenin alanını tanımlamak için üçgenin alanı taban uzunluğu ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir tanımı yerine, bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hâsıl-ı zarbinin nıfsına müsavidir deniliyordu.”
Ayrıca yeni taramalar hakkındaki düşünceleri almak için ulama adı verilen sayılar çıkarılmıştır.[21] Ancak bu seçimler yapılırken gramer bakımından hatalı kelimeler de oluşmuştur. Adlara veya eylemlere yanlış ekler gelebilmiş, yine yardımcı sesin eklerle karıştırılması sonucu olmayan eklerle türetmeler meydana gelmiştir. Örneğin genellikle ünlü ile biten fiillere gelerek ad yapan (sına-v, türe-v gibi) -v eki görev gibi bir kelime türetilirken kullanılmıştır. Oysaki gör- fiiline gelebilecek -Av şeklinde bir ek Türkçede bulunmamaktadır. Bunların yanında dönem içerisinde türetilen uçak ve taslak gibi bazı kelimeler türetildikleri dönemde fonetik açıdan garipsenmelerine karşın, bugün halk tarafından kabul görmüş sözcüklerdir.
Güneş Dil Teorisi, birçok dilin Orta Asya’a kökenli ana bir dil gövdesinden türediğini savunan varsayımsal (pseudoscientific) bir teoridir. Bu teori, tüm diller arasında olan fonemik benzerliklerin geçmişe doğru incelenebileceğini var sayar. Bu geri gidişin sonucunda varılacak son nokta ise Orta Asya yani Türkçedir. Teoriye göre, yerküredeki yaşamın niteliklerini ve canlılığın temel davranışlarını yönlendiren ana öge Güneş’tir. Bunun için Güneş kaynaklı davranış kalıpları zamanla birer ritüel hâlini almıştır. Bu ritüelleşme birikimi kendini sözlü iletişimde de ortaya koymuş ve ilk dil ortaya çıkmıştır.[22]
Kurulan yeni Türk devleti, ‘ulus devlet’ ülküsünü benimseyen yapısıyla; dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için harekete geçmiştir. Bu yıllarda dil yalnızca sadeleştirilme hareketlerine gebe kalmamış, özleşme hareketleri de dikkat çekmiştir. Ancak buradaki temel sorunlardan biri özleştirilen dilin anlaşılmasının kolaylaşmadığı aksine zorlaştığı gerçeğidir. İsveç Veliahtı Altes Ruvayâl’in onuruna verilen bir yemekte kullanılan Türkçe bahsettiğimiz konuyu açıklar niteliktedir:
Altes Ruvayâl,
Bu gece ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum, tükel özgü bir kıvançtır.
Burada kaldığınız uzca sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi, bu yurda, yurdunuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız.
İsveç-Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus, ünlü, sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özence değer değildir.
Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar, bugün, en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: baysal utkusu.
Altes Ruvayâl,
Yetmiş beşinci doğum yılında oğuz babanız bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlik, baysal içinde erksürmenin gücü işte bundadır.
Ünlü babanız yüksek kralınız Beşinci Güstav’ın gönenci için en ısı dileklerimi sunarken, Altes Ruvayâl Prenses İngrid’in esenliğini; tüzün İsveç ulusunun gönencine, genliğine içiyorum.[23]
Görüldüğü gibi bu dönemde yapılandırılmak istenen öz dil hareketinde neredeyse tüm yabancı kökenli sözcüklerin yerine kıldaç, önürme, tüzün, gönenç, genlik gibi Türkçe karşılıklar kullanılmıştır.
Yine bugün sık olarak kullanılan duygu ve özgü gibi kelimeler bu dönem için bilinmeyen -yeni türetilmiş- Türkçe kelimelerdir. Ayrıca erdem, tükel, yaltırık, yanku (bugün için yankı) gibi kelimeler Türkçenin eski dönemlerinde kullanılmakla birlikte o günün Türkçesi için yeniden canlandırılan sözcükleri temsil eder. Bugün, inkılap yıllarında türetilen birçok kelimenin yaygın olarak kullanılıp benimsendiğini de düşünürsek; o gün için bu yeni oluşturulan dilin halk tarafından anlaşılmasının güçlüğü ortadadır. Bu durum Güneş Dil Teorisi’ne önemli bir misyon yüklemiştir. Bu misyon 1932-34 arasındaki yabancı kelimeleri tasfiyeye dayalı anlayışın yerine daha ılımlı bir anlayışın kabullenilmesidir. Bu kabullenmenin temel dayanağı ise aslında birçok dilin aynı atadan, yani Türkçeden geldiğinin kanıtlanmasıdır. Bu da ancak Güneş Dil Teorisi ile mümkün olabilecektir.
Bunlardan birincisi Türkçe’nin geçmişinin ortaya çıkarılması; diğeri ise Arapça, Farsça ve daha sonra da Fransızca’nın etkisinde kalmış olan Türkçenin sadeleştirilmesidir.[24]
Güneş Dil Teorisi her ne kadar dille ilgili bir teori olarak görülse de işin özünde bulunan siyasi nedenler de yok sayılamaz. Savaşlardan yeni çıkmış, parçalanmış büyük bir imparatorluğun tüm sarsıntılarını yaşamış Türk halkının kimlik arayışı; bu yüzyılda ümmetçi bir yapıdan ulus temelli bir yapıya bürünmüştür. Dil bir milletin tarihsel varlığına ulaşabileceğimiz en önemli yapılardan biri olarak, genç Türk ülkesinin dayanacağı ulusal hazinelerin en önemlisi hâlini almıştır. Atatürk bu savı şöyle dillendirmiştir: “Türk dili, Taş ve Maden devrinde kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan kadim büyük bir kültür dilidir.” [25]
Bu yönelim genellikte tarihteki önemli bir figürün ön plana çıkarılması veya destansı dönemlerine duyulan özlem yoluyla yapılır. Örnek olarak, ikinci binyıl Avrupa’sının başlarında dönemin Avrupa’daki en güçlü devletlerinden biri olan Vytautaslı Litvanya Gradüklüğü, Litvanya bağımsızlık hareketinin ilham kaynağı olmuştur. Yine Finlerin bağımsızlık ideallerinin temelini sistemli bir biçimde yürütülen tarihe dönüş harekâtı oluşturmuştur. Finler Kalevala destanını bir ekol hâline getirmiş ve bağımsızlıklarının en büyük dayanağı olarak kullanmışlardır.[26] Bu tür örnekler dönemin Avrupa ülkelerinde oldukça fazladır. Hatta Rus yazar Petrov’un Fin toplumunun bir ideal eşliğinde yeniden doğuşunu anlatan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı; Atatürk’ün ulusal kalkınma hareketi için başlıca kaynaklarından biri hâline gelmiş ve askerlere bu kitabı okumaları önerilmiştir.[27]
Bilimsel bir ulusal düşüncenin nasıl gerçekleştirilebileceği sorusunun yanıtı da kökleri tarihe uzanan güçlü bir birikimde yani Türk dilinde aranır. Ancak bu arayış imparatorluk bünyesine ulaşmış bir milletin mozaikleşmiş dil mirasından çok öz bir arayışa işaret eder. Yani Türk dili kendi özündeki sözcüklerle gelişecektir. 1188’de Türk soylu bir hükümdar tarafından: “Türkler’in sıfatı bizim uyabileceğimiz bir sıfat değildir. Türkler’e yaraşır söz söylemek bize yakışmaz, zira yüksek soydan bir kimseye yakışacak olan öylece yüksek söz olmalıdır.”[28] diye küçümsenen Türkçe, nihayet ulusal bir sentezin başaktörü olmayı başaracaktır.
Teorinin ortaya çıkmasında bir dönem Türkiye’de de hocalık yapan[29] Fransız tarihçi ve Sumerolog Hilaire de Barenton önemli rol oynamıştır. Türk Dil Devrimi yıllarında yaşayan Barenton’un düşüncesine göre dünya üzerindeki diller Sümerlerin kullandığı hiyeroglif ve çivi yazısından ortaya çıkmıştır.[30] Barenton Türkiye’ye geldikten sonra Mustafa Kemal ile tanışmış ve çalışmaları Mustafa Kemal’in dikkatini çekmiştir. Barenton, L’origine des langues, des religions et des peuples adlı Fransızca makalesinde Güney Amerika uluslarından Mayalar ve Mezapotamya uygarlıklarından olan Sümerlerin konuştukları diller de dâhil olmak üzere Orta Asya dillerinin kökenini birbiriyle bağlaştırmış ve proto bir dilden bahsetmiştir.[31] Bu görüş başlarda bilim dünyasında istenilen etkiyi yaratmasa da Barenton’u destekler nitelikteki ilk önemli çalışma Avusturyalı dil bilimci Dr. Hermann F. Kvergić‘ten gelmiştir.
Kvergic çalışmasını, ilk olarak dönemin TDK encümenlerinden Ahmet Cevat Emre’ye göndermiştir. Ancak Ahmet Cevat Emre çalışmanın bilimsel değeri olmadığını düşünmüş ve Kvergic’e yanıt vermemiştir. Bunun üzerine çalışmasını bizzat Mustafa Kemal’e gönderen Kvergic, bu kez olumlu yanıt almıştır. Hatta Kvergic’in, “La psychologie de quelques elements des langues Turques (Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi )” adlı makalesindeki savlar daha sonraki dönemde Mustafa Kemal’e ait olduğu sanılan Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımdan Türk Dili adlı çalışmanın dayanak noktasını oluşturmuştur. İbrahim Necmi Dilmen, mevcut çalışmanın Mustafa Kemal’e ait olduğunu ancak kendileri isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından imzasız yayınlandığını söylemiştir.[32]
Güneş Dil Teorisi 24 Ağustos 196’da bilim dünyasına sunulmuştur. 3. Dil Kurultayı’nda gündeme alınan bu teori hakkında çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir. Bu kararlar gereği bir dil çalıştayı düzenlenmiş ve çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Ancak özellikle yabancı Türkologlar bu teoriyi bilimsel bir teori olarak görmemiş, teoriye varsayımsal (pseudoscientific) bir hipotez olarak yaklaşmışlardır.
Churchward‘ın Mu kıtası çalışmaları da bu dönem için önem arz etmiştir. Güneş Dil Teorisi’ne destek sağlayacağı düşünülen ve tarihsel bir uygarlık olduğu düşünülen Mu medeniyetinin varlığı araştırılmıştır.[33] Ayrıca Güney Amerika gibi değişik coğrafyalarda Türk dilinin proto dönemine ait bulgular aranmıştır.
Güneş Dil Teorisi’nin geliştirilmesi ve ulusal bir kimlik kazanması için en başta Atatürk büyük çaba harcamıştır. Bu çabaya Atatürk’ün kimlik kartındaki ibarelerde dahi rastlanabilir. Harf Devrimi’nden sonra Kemâl adı Atatürk’ün kimlik kartına adı Kamâl biçiminde yazılmıştır. Bu durum Anadolu Ajansı’nın 4 Şubat 1935 tarihli bir bülteninde şöyle açıklanır: “İstihbaratımıza nazaran, Atatürk’ün taşıdığı Kamâl adı Arapça bir kelime olmadığı gibi Arapça Kemâl kelimesinin delâlet ettiği mânâda da değildir. Atatürk’ün muhafaza edilen özadı, Türkçe ‘ordu ve kale’ mânâsında olan Kamâl’dır. Son ‘â’ üstündeki tahfif işareti ‘l’i yumuşattığı için, telâffuz hemen hemen Arapça telâffuz ‘Kemâl’ telâffuzuna yaklaşır.” Dil Devrimi’nin en hareketli dönemlerine rastlayan bu kullanım, dönemin Türkçede özleşme hareketine önemli bir örnek olmanın yanında Güneş Dil Teorisi’nin özel adlara uygulanması açısından da oldukça dikkat çekicidir. Teorinin amaçlarını ve bilimsel tabanını anlatan rapor makalemizin sonunda verilmiştir.
Bunun için kelimelerin Türkçe köklerden uzaklaşarak bugünkü hâlini alabileceği üzerinde durulur. Bu noktada teoriyi gerçellediğine inanılan yaltırık gibi kelimeler vardır. Örneğin İbrahim Necmi Dilmen tarafından elektrik kelimesinin Türkçe yaltırık kelimesinden geldiği kanıtlanmaya çalışılmıştır.[34] Ayrıca Sümerce ile Türkçenin ortak söz dağarcığının olduğu (ip ve us kelimeleri gibi) ve Maya dilindeki bazı kelimelerin Türkçe kökenden geldiği iddia edilmiştir (tepe: tepek gibi).
Toplumda yaygın olarak yeni türetilen kelimelere karşı çıkmak için seslendirilen uç örnekler olan: “Amazon”un adının “amma uzun”dan, “Niyagara”nın da “ne yaygara” ifadelerinden türediği” iddiası bu teoride hiçbir zaman savunulmamıştır.
Bu söylemler Güneş Dil Teorisi’ni eleştiren Reha Oğuz Türkkan tarafından ironik olarak ortaya atılmıştır.
Kızılderililerin Türk olduğu iddiasının kökeni de Güneş Dil Teorisi’ne dayanmaktadır. Mayalarla Türklerin ilişkisini araştırmak için Meksika’da çeşitli çalışmalar yapan Tahsin Mayetepek‘in Türkiye ile yazışmaları bugün TDK’nın resmî Genel Ağ sayfasında bulunmaktadır. Mayatepek, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaktadır: “Şimali, Orta ve Cenubi Amerika kıtalarına ait mufassal coğrafi atlasları tetkikim neticesinde bu kıtalarda üç yüze yakın dağ, nehir, körfez, liman ve kasaba ve şehir adlarının bünye ve tasavvut itibariyle Türkçe olduğunu ve hatta birçoklarının Türk lehçelerinde manaları olduğunu görerek işbu coğrafi isimler listesini de Ebedi Şefimize takdim etmiştim.”[35]
Güneş Dil Teorisi’nin bilimsel olarak en dikkat çekici kısmını Mayatepek’in araştırmaları oluşturur. Güneş Dil Teorisi her ne kadar varsayımsal bir teori olsa da; kısmen doğruya yaklaştığı noktaların olabileceği düşülmüştür.
Orta Asya’yı aşan kavimlerin Belt Boğazı’nı geçerek 14 ila 16 bin yıl önce Amerika kıtasına ulaşması kanıtlanmış bir gerçektir.
Bu bilgi çerçevesinde düşünüldüğünde Türkçe ile Maya kavimlerinin dilleri arasındaki benzerlik şaşırtıcı derecededir. Aynı zamanda Maya dilinin de eklemeli bir dil olması dikkat çekicidir. Greenberg’in yaptığı çalışmalar sonucunda 1987’de yayınladığı makale Mayaların 16 bin yıl önce Sibirya’da yaşadığını iddia etmiştir.[36]
Yukarıdaki bilgilere dayanarak örnek bir sözcük listesi sunarsak, iki dil arasındaki benzerlikler daha net görülecektir[37]:
Maya dilinde | Türkçede | Açıklama |
Biiç | Biçmek | – |
Bul | Boğulmak | – |
Kaan | Gök | Gök gibi yüksek: Kağan. |
Kaa | Kaya | – |
Katak | Katık | – |
Kiyeh | Geyik | – |
Çelem | Kuvvet | Türkçede ‘çelim’siz ifadesi vardır. |
Çak | Çok | – |
Çetun | Çetin | – |
Çik | Çakmak | – |
Kılıç | Kutsal | Kılıç kutsallığı anlayışı düşündürücüdür. |
Kuç | Göç | – |
İçil | İçinde | – |
İl | Devlet, il | – |
Kaşnak | Kuşak | – |
İlk dilin ortaya çıkış serüveni ise Orta Asya’ya dayandırılmaktadır. Teoriye göre Güneş varlığın yegane kaynağı olup; insan genetiğinde bulunan en temel ses olan “a” sesinin ortaya çıkışını sağlamıştır. Ancak zamanla insanoğlu bu sesi geliştirmeye başlamıştır. Bu gelişime ilk dâhil olan ses ise “ğ” konsonu olmuştur. Teoriye göre ğ, y, g, k, h” sesleri aynı ulamda sesler olup, ses değeri açısından eş değerdir. Bunun için “ağ” kökünün ilk dönüştüğü sesler “ay, ak, ah veya ey, ek, eh” gibi sesler olacaktır. Teoriye göre aynı zamanla a sesi kalınlık – incelik, yuvarlaklık – darlık gibi fonetik nedenlerle diğer ünlülere dönüşmüştür. Bu durumu Reşit Tankut târik kelimesi üzerinde açıklamaya çalışmıştır.[38] Bu açıklamalarda ünsüzler arasındaki ulamsal değişimler, r faktörü gibi teoremler test edilmiştir.
Türk Dil Devrimi ve Güneş Dil Teorisi’nin yansımaları yalnızda dil alanında görülmemiştir, bu teori Türk Tarih Tezi ile koordineli olarak yürütülmüştür. Fonetik çıkarımlarla Hititler de Türkî bir halk olarak görülmüş ve devlet kurumlarına Sümer ve Hitit gibi adlar verilmiştir: Hitit Bank, Sümer Bank gibi.[39]
Güneş Dil Teorisi bilimsel olarak Ankara Üniversitesinde 1938’e kadar İbrahim Necmi Dilmen tarafından okutulmuştur. Ancak Atatürk’ün ölümüyle derslere son veren Dilmen, dersleri bırakma gerekçesini: “Güneş öldükten sonra teorisi mi kalır.” biçiminde açıklamıştır.[40] Sonuç olarak Güneş Dil Teorisi Türk modernleşme ve ulusallaşma sürecinin önemli bir aktörü olarak belirli bir dönem varlığını devam ettirmiştir.
Atatürk’ün ölümünün ardından dilde özleşme hareketinin ve Türk Dil Devrimi çalışmalarının hızı iyice azalmıştır. Bazı dönemler bu hareket yeniden alevlenir gibi olsa da özellikle ülkedeki iktidar değişikliklerinin de etkisiyle hiçbir zaman Cumhuriyet yıllarındaki seviyeye ulaşamamıştır. İlk Türk Dil Kurumu’nun kapatıldığı 1982 ise Türk Dil Devrimi’nin fiilen bittiği dönem olarak kabul edilmektedir.
Sonuç olarak Türk Türkçe demektir anlayışı ekseninde, yeni kurulmuş ulusal bir devletin en önemli kültürel dayanağı olan dil; bu dönemde büyük bir ilgiyle işlenmiş, ulusal birliğin mayası olarak görülmüştür. Bunun için Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Türkçeye büyük bir önem vermiş ve Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulması için bizzat çalışmalara katılmış, bir de geometri kitabı yazmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bütünsel özleşme düşüncesi zamanla kendini daha ılımlı bir yenilik çizelgesine bırakmıştır. Bu yeni paradigma Güneş Dil Teorisi ile izah edilmeye çalışılmıştır.
Dil Devrimi sonucunda Mustafa Kemal’in istediği ölçüde tüm kelimeleri kendi yapısında -öz bir şekilde- bulunan bir Türk dilini inşa etmek mümkün olmamıştır. Ancak Türkçe özellikle yabancı gramer kurallarının boyunduruğundan kurtarılıp, İstanbul Türkçesi temelli, halk diliyle uyumlu bir yapıya kavuşturulmuştur. Bu dönemde bugün hayatımızın değişmez parçaları hâline gelen yüzlerce kelime türetilmiştir.
[1] Geoffrey Lewis (2002), the Turkish Language Reform: A Catastrophic Success, Oxford Üniversitesi Yayınevi
[2] Ayşe Başçetinçelik, Dil Toplumun Onurudur, web.
[3] Ahmet Bican Ercilasun (2011), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla: Türk Dil Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 465.
[4] A.g.e.
[5] İhsan Çapçıoğlu (2006), Bir Türk Düşünürü Olarak Ziya Gökalp: Hayatı, Kişiliği ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme, AÜÝFD 47, S.2, s. 89-98
[6] Ziya Gökalp (1972), Türkçülüğün Esasları, Hazırlayan: Mehmet Kaplan, İstanbul, s. 113-188
[7] Şükrü Halûk Akalın (2004), Atatürk’ün Dil Politikası, BAL-TAM: Türklük Bilgisi, s.28
[8] Akalın (2004), s.29
[9] Allgemeine Angelegenheiten der Türkei (Alman Dışişleri Bakanlığı arşivinden), Bd. 37, f. Bd. 38, R. 13198, Berlin, Türkei 134.
[10] Falih Rıfkı Atay (1969). Çankaya. İstanbul. s. 440
[11] Korkmaz, Z. (1998). Harf inkılâbı. Harf inkılâbının 70. yıl dönümü (Harf devriminin 70.Yıl dönümü
nedeniyle, 26 Eylül 1998 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’ında yapılan konuşma metni), İstanbul.
[12] Ramazan Çalık, Ali Galip Baltaoğlu (2001), Alman Kaynaklarında Türk Harf İnkılâbı ve Yankıları, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, s. 275.
[13] Akalın (2004), s. 30.
[14] Aynı zamanda Türk Tarihi’nin Ana Hatları Kitabının yazarlarıdırlar. Kaynak: Etienne Copeaux. Tarih Ders Kitaplarında (1931-1993) Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 2. Baskı. İstanbul, 2000. ISBN 975-333-078-2 s. 39-40
[15] Osman Fikri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Dili, Dil Bayramı üzerine: EdebiyatFakultesi.Com.
[16] Uluğ Önder Atatürk’ün Kamutayda İki Türkçe Söylevi, Kemal Türk Dili Dergisi, S: Haziran 1935, s. 3.
[17] I. Dil Kurultayı açılış metni
[18] Hülya Pilancı (2004), Türk Dili, s. 36
[19] Sertkaya
[20] Pilancı (2004), s.37
[21] TDK, Tarama Dergisi Ulaması, web.
[22] Aytürk, İlker (Kasım 2004). “Turkish Linguists against the West: The Origins of Linguistic Nationalism in Atatürk’s Turkey”. Middle Eastern Studies, (London: Frank Cass & Co (Routledge))40 (6): s.1–25
[23] Osman Fikri Sertkaya, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Dili, Dil Bayramı üzerine: EdebiyatFakultesi.Com.
[24] Mevlüt Çelebi (2007), sözlü aktarım, Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
[25] Meydan Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Güneş Dil Teorisi maddesi
[26] Krohn, Julius (Şubat1981). Kaarle Krohn. ed (Ciltsiz). Folklore Methodology: Formulated by Julius Krohn and Expanded by Nordic Researchers. Roger L. Welsch (çevirmen). Austin, Texas: Teksas Üniversitesi Yayınları s. 192. ISBN 0-292-72432-2.
[27] Zeynep Zafer, Rus Yazarı Grigoriy Petrov’un Sürgün Dönemi Eserleri, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, Güz 2009
[28] TDV İslam Ansiklopedisi, Ömer Faruk Akün, Divan Edebiyatı, 392 s.
[29] François Laplanche, Les sciences religieuses: le XIXe siècle, 1800-1914, s. 327
[30] “Turks Teach New Theories”.New York Times (Istanbul). 1936-02-09.
[31] Geoffrey Lewis,The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success, s 59
[32] Kemal Şenoğlu, Mayatepek Raporları, Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası, 2006, ISBN 975-343-473-1, Kaynak Yayınları
[33] Kayıp Kıta Mu, tanıtım, Ege-Meta Yayınları, İzmir, 2000, ISBN 975-7089-20-6
[34] İbrahim Necmi Dilmen, Ülkü Dergisi, Mayıs 1936
[35] Tahsin Mayatepek (1945), Amerika’daki Yerli Kabilelerden Birkaçının Dillerinde Bulduğum Türkçe Sözler, Etüt: s.1.
[36] J. H. Greenberg (1987), Language in the Americas, Sanford University Press, Stanford (Californie), (ISBN 0-8047-1315-4)
[37] Mayatepek (1945), Etüt 2: s-1-8
[38] Reşit Tankut (1936), Güneş Dil Teorisine Göre Dil Tetkikleri, Devlet Basımevi: İstanbul, s.17-23.
[39] Zürcher, Erik (2004), Turkey: A Modern History, s.194
[40] Geoffrey Lewis, The Turkish language reform: A catastrophic success, 11 Şubat 2002
Bu yazı Ensar KILIÇ ve Savaş BÜYÜKGÖKDERE tarafından lisans ödevi olarak 2013’te yazılmıştır.
APA 7 Atıf Sistemi, Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychological Association) tarafından geliştirilen bir kaynak gösterim… Daha Fazla
Brezilya’dan Japonya’ya İnsan Manzaraları, farklı coğrafyalarda yaşayan insanların hayatlarını, kültürlerini ve hikâyelerini bir araya getiren… Daha Fazla
10. Simit Çay Edebiyat Etkinlikleri Şiir Yarışması, dünyanın dört bir tarafından ve farklı geçmişlerden gelen… Daha Fazla
Tarih, edebiyat ve kurmaca kavramları birbirleriyle derin bir ilişki içinde olan, ancak her biri farklı… Daha Fazla
Tatilde deniz suyunun sıcak olmasını tercih edenler için Türkiye, birbirinden güzel plajları ve sıcak deniziyle… Daha Fazla
Emir Timur, Türk kökenli büyük bir savaşçı ve devlet adamıdır. Bununla birlikte, etnik geçmişinde Moğol… Daha Fazla
Yorumlar