Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözüyle ilgili verilen temel duyguyu tasavvufta aramak gerekir. Bu söz insanın Yaradan’a ulaşmak için dünya hayatında verdiği mücadeleyi betimlemektedir. Kendini Yaradan’a adayan yürekler bu uğurda kendi nefislerini körelterek mutlak varlığa ulaşma gayesinde birleşir. Bu süreç ilahi aşkın fenafillah derecesiyle neticelenir. Bu dereceye gelen insan artık dünya zevk ve hevesinden sıyrılmış mutlak varlıkla olan bağını güçlendirmiştir.
“Hamdım, piştim, yandım.” Mevlânâ’ya ait olup onun ilahi aşka ulaşmak için ne yapılması gerektiğini anlatan vecizesidir. Nitekim insan önce doğruyu görmeyecek kadar “ham”dır. Daha sonra hayat onu “pişirir”, nihayetinde insan tek gerçeğin Tanrı olduğunu anlar. Bu da tasavvufta yanmaktır.
Yani,
Vecd hâlinde iken gördüğü hakikatleri ifade etmede sembolleri kullanan Mevlânâ, eserlerinde iç hesaplaşmadan geçemeyen insanların olgunlaşıp insan-ı kâmil mertebesine erişemeyeceğini söylemekte ve ömrünün hülasasını yalnızca şu üç kelime ile ifade etmektedir: Hamdım, piştim, yandım.
Yakup POYRAZ
Peki, tasavvuf kelimesi bize neler çağrıştırmaktadır?
Tasavvuf açısından bakıldığında Mevleviliğin kurucusu olan Mevlana, bütün İslam dünyası üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Tasavvuf denince ilahiler ve insan sevgisi gibi kavramların yanında Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi diğer simalarla birlikte hep o aklımıza gelmiştir. Bu etki o kadar büyüktür ki divan edebiyatı içerisinde eser veren İranlı şairler bile Mevlana’nın etkisinde kaldıklarını açıkça belirtirler.
Mevlana’nın eserinde belirttiği “Hamdım, piştim, yandım.” ifadesi aslında tasavvuftaki şem ü pervane mazmunu ile açıklanabilecek bir niteliğe sahiptir. Bu mazmuna göre kelebekler (pervaneler) bir mumun etrafında ışığa olan hasretleri nedeni ile dönüp dururlar. En sonunda bu ateşin içerisine düşerek ölürler. Bu ölüm aslından onların arzu ettiği bir durumdur. Çünkü ulaşmak istedikleri yegâne ışık kaynağı aslında varlığın gerçek boyutudur. Bu bağlamda, insan için Allah aşkıyla tutuşup onun sevgisi ile mutlak varlığa ulaşmak esastır.
Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözünün dinî yönü
İslam inancına göre mutlak olan Allah’tır. Bütün varlıklar ondan gelmiş ve ona döndürülecektir. Öyleyse bu kısa dünya hayatı için masiva adı verilen hayatın insanı iyilikten ve erdemden alıkoyan boyutlarına tamah etmemek gerekir.
Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözü de aslında bu değer etrafında oluşturulmuş evrensel bir mesajdır. Mevlana’nın sadece bulunduğu dönemlere değil kendisinden sonraki çağlara da hitap etmesini sağlayan insancıl bakış açısının kodlarını da bu sözün içerisinde bulmak mümkündür.
Mevlana ve Mevleviliğe göre tasavvuf süreci
Mevlana’ya göre tasavvuf sürecinin ilk basamağı insanın dünyaya gelişi ile başlayan ve anlam arayışını sürdürmesi ile devam eden basamaktır. Bu basamakta insan gerçekliğe hâkim değildir.
Gerçeğe hâkim olmayan insan hamdır yani işlenmemiştir. Bu durum insanoğlunun mutlak varlığa ulaşması yönünde irade göstermesi ile dönüştürülebilir. Bu yola giren kişi artık Allah aşkına giden yoldaki cefalara katlanmakla yükümlüdür. Ancak bu söylendiği kadar kolay değildir. Bu sürece tahammül etmek ve dünya nimetlerinden elini eteğini çekmek zor bir beklenti testidir.
Divan ve dinî-tasavvufi edebiyatta tasavvuf ve çile
Tasavvuf açısından çile insan-ı kâmil yolunda önemli bir unsurdur. Çünkü gerçeklere ancak insani benliğimizi yok ederek ulaşırız. Bu da nefsimize zor gelen iş ve durumlarla kendimizi sınamamıza bağlıdır. İşte çileyi bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Birçok tasavvuf ehli divan edebiyatı şairi, Mevlana’nın çizdiği bu yoldan ilerlemek istemiştir. Bu amaçla çilehanelerde Allah’ı zikrederek günlerce ekmek ve suyu tüketerek yaşamıştır. Bu kırk günlük çile adı verilen süreçtir.
Çileyi göze alan şairler bu sayede ilahi aşka ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak yine de nefsini körelterek bu süreçten yanma olarak ifade edilen fenafillah derecesine ulaşabilen kişi sayısı oldukça azdır. Hatta bu seviyeye ulaşıp kendinden geçen kişiler toplum tarafından birçok kez ayıplanmış hatta öldürülmüştür. Bunun en önemli örneği Hallacı Mansur’dur.
Hallac-ı Mansur niçin öldürülmüştür?
Hallac-ı Mansur Allah aşkıyla kendinden o derece geçmiştir ki… “Ben tanrıyım.” anlamına gelen enelhak sözünü zikretmiştir. Bu durumun gerçek maksadını anlamayan kişiler onu dinsizlikle suçlayarak öldürmüştür. Nitekim bu olay tasavvufta ve İslam devlet geleneğinde derin bir tarışmaya neden olmuş, zahit-sofu tartışmasını tetiklemiştir.
Türk edebiyatına bakıldığında Hallac-ı Mansur gibi benzer bir sebeple Nesîmî‘nin de derisi yüzülerek öldürüldüğü görülmektedir. Nesimi, Hurufilik denen bir görüşü savunmuştur.
Divan edebiyatı şairleri üzerinde Mevlana’nın etkisi
Divan edebiyatı şairlerinin üzerinde “Hamdım, piştim, yandım.” sözünün ve Mevlana’nın etkisi büyük olmuştur. Fuzuli ve onun gibi tasavvuf konusunu işleyen şairlerin neredeyse tamamı şiirlerinde Mevlana’yı bir mihenk taşı olarak değerlendirilmiştir. Hatta Şeyh Galip, Mevlana’nın sözlerini tüm dünyanın hizmetinde olan edebiyat ötesi bir boyutta değerlendirmektedir. Hüsn ü Aşk’ın sırlarını Mevlana’dan aldığını ifade eden şair, “Çaldıysam mîrî malı çaldım.” sözüyle (2) bu durumu ifade etmektedir.
Mevlânâ’nın etkilendiği isimler ise şunlardır:
Mesnevî’nin ve Mevlânâ’nın zihin yapısının kaynakları arasında hiç şüphesiz Necmüddîn Kübrâ; Ferîdüddin Attâr’ın eserlerinin en önemli kaynağı olan Hakîm Senâî; ve Şems-i Tebrizî’nin de rolü olduğunu söylemek gerekir. Mesnevî’nin ve Mevlânâ’nın zihin yapısının kaynakları arasında hiç şüphesiz Necmüddîn Kübrâ; Ferîdüddin Attâr’ın eserlerinin en önemli kaynağı olan Hakîm Senâî; ve Şems-i Tebrizî’nin de rolü olduğunu söylemek gerekir.
Betül Saylan
Öyleyse şairin her iki dünyada da amacı nedir?
Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayramı Veli ve Hacı Bektaşi Veli gibi Türk kültürünün büyük düşünürlerinin tamamının ortak amacı hem dünya hem de ahiret mutluluğudur.
Bu şahsiyetler, dünyanın kan akmayan, insanların barış ve esenlik içerisinde yaşadığı bir yer olmasını ister. Bununla birlikte Allah’ın emrettiği kurallara uyulması onlar için olmazsa olmazdır. Bu mutasavvıflar temel amaç olarak Allah’a ve onun sevgisini kavuşmayı önemserler. Yani dünya onları için geçici ve yanıltıcı bir yerden ibarettir. Bu yüzden beşeri aşk rüsvalık derecesinde bir kişiyi perişan etse de bu, onun ilahi aşka kavuşması için bir araç olarak görülür.
[…] egemen olan coşkunluğun, hassas kalpliliğin, aşk ve aşk acısının sanatsal değeri tasavvuf süzgecinden geçtikten sonra anlamlandırılabilir. Ancak bu Fuzûlî’nin mutasavvıf bir […]
[…] etkili olmuştur. Döneminin önemli hocalarından aldığı bilgilerle birlikte Mevlânâ‘nın Mesnevî adlı eseri şairin edebî gelişimi için önemlidir. Ayrıca Gâlib’in […]
[…] yerini hanım şair olmasına borçludur. Divanında Mevlana’yı öven şiirlerin bulunması Mevleviliği benimsediği görüşünü kuvvetlendirir. Şiirlerinde bir Mevlevi şeyhi olan Şeyh Galip’in […]
[…] topluluklarından biri olarak edebiyat tarihine yazdırmıştır. Bununla birlikte yoğun ve hoşgörü içermeyen eleştirilere maruz kaldığı için yazarlık kariyerini noktalayan isimler de yok […]
[…] edebiyatında şairler aşk, tasavvuf, kadın ve şarap gibi konuları işlemiştir. Bununla birlikte bu konular genellikle mecazi bir […]
[…] annesi Saliha Hatun tarafından soyunun Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) döneminde yaşamış, Mevlevi Tarikatı’na mensup bir aileye kadar ulaştığını şairin kendi ifadelerinden […]