Yazı etiketleri “Kediyi Unut Bu Salona Gelme”
KEDİYİ UNUT, BU SALONA GELME
Evin Ankara kedisi sallanıyor kırmızı koltuğunda salonun,
Bu kasvetli hâl sana geleli kaç zaman oluyor,
Kaç zaman oluyor kaç…
Uzakların derinlerinden bir cızırtılı ses yükseliyor,
Senin için mi çalıyor zilleri bu okulun,
Yoksa çoktan geldi mi okul yaşlarına çocuğun,
Yedi, on yedi veyahut yetmiş? Kaç ki senin yaşın kaç…
Kedi, gözlerinin içine bakıyor, mırıldanıyor:
‘’Yanlış bu saatte burada bulunuşun, kaç şimdi benden kaç.’’
Biliyor da konuşuyor bu beyaz kedi, o biliyor da sen bilmiyorsun,
Akrep mi yelkovanı, yelkovan mı akrebi geçmiş,
Yedi, on yedi veyahut yetmiş?
Kaç bu saat kaç…
Bir bilinmez zamandır bir hâl geldi sana, bir bilinmedik hâl,
Acaba nereden geldi, belki bu kedinin yeşil gözlerinden?
Nereden geldi nereden…
Öylece geldi,
Beyaz kedi kırmızı koltuğunda sallanırken.
Şimdi kedinin söyleyecekleri var sana,
Saati bilemedin, kaçmadın da madem.
‘’Hatırla’’ diyor, ‘’Baban, terk etti seni henüz yaşın beşken,
Kurtulamadı yüreğin bırakıldığın yolun kasvetinden,
Sana verecek bir şeyi yoktu, bilmezdi de sevmeleri annen,
Zaman akıp giderken öyle derinleşti ki sevgisizliğin,
Sonunda bir tek deniz anladı seni bu koca Karadeniz’den,
Açıldın denize ve korkmadın paramparça yelkenlerinden,
Sen denizdin, deniz sen…
Yazık ki bir yenilgin daha vardı göklerin yazdığı hayatında,
Hırçın dalgaları yırtan koca gemilerin de bir gün gitti senden.
Kaldın yine bir başına ıssız yollar kenarında.
Akşamüstünün iç burkan sessizliği,
Kimsesiz kıyılar boyu için için köpürürken
Her şeyi unutmaya başladın Akçakoca’da.
Ve unutkanlığın kurtardı seni yorgun düşüncelerden.
Fakat alınca eline bu baba yadigârını,
Kalmadı farkın tüm terk edilenlerden.
Unuttun yavaşça her şeyi,
Kendini, eşini ve hatta çocuklarını,
Denizleri bile, ufuklarda kızıl güneşler batarken.
Söylenip dururdun öylece bırakıp gidenlere,
Ama gittin,
Sen de gittin kendinden, sevdiklerinden.
Ruhunun acısı tependen fışkırıp bu evi lanetlerken,
Heybetli yalnızlığını verdin çocuk kalplere,
Unuttun her şeyi
Ve işte baban gibi
Gittin sen de herkesten.’’
Hayır! Sen hiçbir şeyi unutmadın, terk de etmedin kimseyi,
Anlatacaksın hepsini, anlatacaksın ki
Kendini bilip de konuşacak artık bu kedi.
Ah! Derin bir nefes alıp anlatacaktın eğer
Kaybetmeseydin tüm kelimelerini,
Soluğun salonun duvarlarına çarparken
Düşünüyorsun, yoksa kelimelerini mi çaldı kedi,
Nerede söyleyeceklerin nerede…
Başını alıp ellerinin arasına, duruyorsun salonun ortasında,
Gözleri yeşil, soruyor sana karıştırırken aklını,
Rüya mıydı unuttuğun yoksa sen gerçeği mi unutmuşsun,
Güldüklerini, ağladıklarını, dostlukları,
Umudun içine sinen yılları ve İzmir’i,
Gerçekten mi unutmuşsun,
Üstelik biri vardı orada sevdiğin,
Kimdi kim…
İşte terk etmiş ve unutmuşsun.
Sevdiğin bir şarkı vardı, Sezen mi söylerdi,
Adı dilinin ucunda ama…
Hiç gerçekten dinlemiş miydin ki,
Belki de rüyanda çalardı.
Şarkıları çoktan terk etmiş, rüyalarını unutmuşsun.
Bir yer vardı gitmek istediğin,
Kuzeyde olmalı galiba, belki de güneyde,
Biraz düşününce de doğuda diyecek oluyorsun,
Hayallerini terk etmiş, yönleri de unutmuşsun.
Hiç tükenmez sanılan zamanların,
Küçücük bir yolcusuymuşsun,
En son hangi gece son kez uyumuşsun,
Annenin göğsünde başın,
Ve kaçıymış o gün ayın,
Anneni terk etmiş, o günü de unutmuşsun.
Koltuklar biliyor, senin uykun hiç yatağa değmemiş,
Söylesin sana kedi, gecelerin sahi gece miymiş,
Güneş her gün doğuyor ve batıyormuş da,
Sen tüm limanlar gibi geceleri, sabahları da unutmuşsun.
Nereye koşuyormuşsun toprağı yararcasına,
Yorulmuyor muymuş kovalayan seni,
Neymiş bu havlulardan silinmeyen karanlık,
Neyin nesiymiş, unutmuşsun.
Uykusuz kör gecelerinde,
Sabahların beşinde, akşamların deminde,
Sen neyi bekleyip duruyormuşsun da
O hiç gelmiyormuş sana…
Unutmuşsun.
Dönüp bakmamışsın geçmişe de,
Aynaları unutmuşsun,
Gözlerin görmez olmuş yakınları,
Sen uzakları da unutmuşsun.
Bu hayatta bir küçük bahçe çokmuş sana,
Elli yılın, unuttukların da yetmemiş,
Ne gerekiyormuş o küçük bahçe için,
Kaç paraymış mutluluğun, unutmuşsun.
İki küçük köpeğini, karını ve çocuklarını,
Oğlunun peltek konuşmalarını, kızının gözlerinin rengini,
İlk adımlarını, pembe takımlarını,
Piknik fotoğraflarını da unutmuşsun.
Saatler gençliğinden hızlı koşarken,
Sen aileni terk etmiş, sevmeyi unutmuşsun.
Bir yetmiş miydi senin boyun,
Önceleri daha uzun muydun da kısalmışsın,
Bu terk edişlerden sonra,
Çöktüğünden omzuna kalabalığı yalnızlığın.
Doğru söylüyor kedi, sen denizi de unutmuşsun,
Oysa bu hayatı okyanuslarca yaşamıştın,
Daha dün gece bir his gelmiş sana mavi,
Yedi kıtayı gördüğüne yemin etmişsin.
Öyleyse nerede beyaz üniforman, nerede…
Denizi terk edip formalarının yerini unutmuşsun.
E unutursun tabii, diyor kedi. ”Sen insanoğlusun.
Terk edildiğin kadar terk eder, unutulduğun kadar unutursun,
Ne de olsa sen de insanoğlusun,
Sen de herkesten gitmiş, hepsini unutmuşsun.”
Bu ahlaksız kedi hâlâ bakarken sana,
Bence sen, çık bu salondan çık,
Ölümden hızlı koş da,
Koş, nereye koşarsan koş,
Bu salonu da unut, kediyi de.
Sonra çalış, çok çalış, çok ki
Unutursun terk edildiğini, terk ettiğini de.
Çalış, çok çalış, bu salona gelme bir daha,
Çalış ki artık bu kediyi de duymazsın,
Çalış ki uzayıp saatlerden hızlı koşarsın.
Sabahların akşamlarına karışırken,
Sen çalış, çok çalış ki
Kendine bir küçük bahçe alırsın,
Belki bir gün beyaz üniformanı bulur,
Yedi kıtayı gezer, İzmir’e de gidersin,
Başın annenin göğsündeyken uyur,
Kızınla tanışır, oğluna sarılırsın.
Yüzmeyi de öğrenirsin yeniden,
Sezen dinlerken uzaklara bakarsın.
Çalış, çalış da belki bir seher vakti beklediğini bulur,
Babana kavuşur,
Terk ettiklerine döner,
Unuttuklarını da hatırlarsın.
Şimdi kediyi unut, bu salona da gelme bir daha.
Evin Ankara kedisi uyuyor kırmızı koltuğunda salonun…
Canan KEFELİ